Bugün canım hiçbir şey yapmak istemiyor. Dünden beri ağlıyorum. Gözümün önünde her beş dakikada bir dalga gibi yayılan "sedye" sesleri, ardından olağanüstü bir özveriyle koşturan gencecik tıp öğrencileri ve kolundan, bacağından, yüzünden, kafasından yaralanan gençlerin kanlar içinde revire, ardından ambülanslara taşınışı.
Bir müdahalenin olacağını herkes bekliyordu. Hafta sonu pir panayır, festival ortamına dönmüştü Taksim Meydanı ve Gezi Parkı.
İstanbul'da yaşayan veya başka şehirlerden, hatta ülkeden gelenler ellerinde cep telefonları ve kameralarla Taksim'in yolunu tutmuştu. Trafiğe kapalı Gümüşsuyu yokuşunu çıkarken pek çok kişiyle sohbet ettik. Barikatlar, yollara, duvarlara yazılanlar, sökülen kaldırım taşları aslında yaşananları yeterince özetliyordu.
Bir savaş görüntüsü hakimdi İstanbul'un göbeğinde. Ege Üniversitesi'nde okuyan bir genç Lübnan olmuş burası dedi, bir başkası Diyarbakır'a benzetti.
HERKES TARAFTAR
Nedeni, niçini, kimin haklı, kimin haksız olduğu günlerdir tartışılıyor ama çoğunluk olaya objektif gözle değil, taraflı bakıyor. Kimi polisi, kimi gençleri tutuyor. Ezeli rakipler bile yumuşamış ve birbirlerine kenetlenmişken, halk fanatik bir taraftara dönüşmüş durumda. Bir taraf kamu malına zarar verdiği, polise taş attığı için gençleri yerden yere vuruyor, diğer taraf, orantısız güç kullanan polisi suçluyor. Oysa iki taraf da haklı, iki taraf da suçlu.
Gençlerin isteği çok net; "Bana müdahale etme!", "Bu ülke, bu şehir benim, benim de karar hakkım var, benim de görüşümü dikkate al."
Aslında bu kadar basit. Ama bu karşı çıkıştan nemalanmak isteyen birçok parti, örgüt de ortaya çıkıp direnişe katılınca karşılıklı restleşmeler başladı. Olayı provoke edenler çıktı. Polis de orantısız gücü zirveye taşıdı.
Gezi Parkı'ndaki çadırlarda ne silah var, ne sopa, ne taş. Kitap var, müzik var, çiçek var, dayanışma var. Biri bir torba meyve, bir simit getiriyor, hep birden paylaşıyorlar. Ağaçlar altında oturup, sohbet ediyorlar. Tek istekleri, haklı taleplerinin yetkililer tarafından duyulması ve Gezi Parkı'nın yeşil kalacağının garantisiyle evlerine gitmek.
Evet, bir gurup genç için orası düşler ülkesi. Özgürlüğün ne olduğunu bilmeyenler için ütopya gibi. Ama eylemin sahibi gençler için özgürlüğün simgesi. Bu çocuklar zaten özgür, baskı nedir bilmiyorlar, dolayısıyla devletin de onlara haksız baskı uygulamasını istemiyorlar. Anlaşmaya varıp, el sıkışmak istiyorlar.
UMUT HEP VAR
Ne var ki olmadı, anlaşma zeminine fırsat verilmedi, Vali'nin müdahale yok sözüne rağmen provaköterlerin de çabasıyla uzlaşma yerine çatışma yaşandı. Öğle saatlerinde başlayan çatışmalara bizzat tanık oldum. 13.00'te yapılacak Taksim Dayanışması'nın basın açıklamasını beklerken ortalık karıştı. Bunda ellerinde bayrak ve flamalarıyla gelip, ortalığı geren kimi örgütlerin de payı var dediğim gibi ama basın açıklamasına izin verilmedi ve klasik biber gazı, tazyikli su müdahalesi başladı. Vali'nin sözüne güvenerek çatışmak istemeyenler olarak Gezi Parkı'na kaçtı. Orası güvenli alan diye düşünüldü ama olmadı. Parkın içine de biber gazı atıldı. Ardından birbiri ardına yaralılar taşınmaya başlandı.
Ben akşam saatlerinde Gezi Parkı'nı terk ederken gece olabilecekleri tahmin ediyor ama ne olursa olsun "sağduyu"nun galip geleceğine inanıyordum. Olmadı. Olamadı. Hala umut var yine de. Belki kadılar, kadın milletvekilleri, kadın bakan devreye girer ve ortalığı sakinleştirir.