Seda Kaya Güler

Yanlışlar ve doğrular

Gerek televizyonlardaki tartışma programlarında gerekse kuruluşların düzenlediği panel ve açık oturumlarda söz kadın ve siyasete geldiğinde hep şu görüş öne sürülür: "Türk kadını seçme ve seçilme hakkını birçok medeni ülkeden önce aldı ve istemeden aldı. Oy hakkı kadınlara Atatürk tarafından altın tepside sunuldu." Bu cümlede hem doğrular var hem de yanlışlar. Afyon'daki toplantılarda da bu konu gündeme geldiği için bıkıp usanmadan yinelemekte fayda var: Kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıyan ilk ülke değiliz. Evet, Türkiye'de kadınlar seçme ve seçilme hakkını başta medeni kanunu örnek aldığımız İsviçre olmak üzere Fransa, Belçika, Yunanistan gibi Avrupa ülkelerinden önce elde etti ama bu hakkı kadınlarına tanıyan ilk ülke biz değiliz. İlk kez 1893'de Yeni Zelanda'da kadınlara seçme hakkı tanındı. Seçilme hakkı ise 1928'de verildi. 1906'da Finlandiya kadın vatandaşlarına seçme ve seçilme hakkı tanıyan ilk Avrupa ülkesi oldu. Finlandiya dünyada ilk kadın milletvekillerinin meclise girdiği ülke unvanını da taşır. 1907'de 17 kadın parlamentoya girdi.

DİĞER ÜLKELER

Bizden önce bu hakkı kadınlarına tanıyan ülkeler arasında Norveç, Danimarka, İzlanda, Kanada, İngiltere, İsveç, ABD ve İtalya geliyor. Almanya'da da kadınlara oy hakkı 1918'de tanındı. Ancak Hitler iş başına gelince, 1933'te bu hakkı geri aldı. Aynı durum Portekizli kadınların da başına geliyor. Cumhuriyet ile kazandıkları hakkı 1926'da Salazar diktatörlüğünde kaybettiler. Bize gelince... 1930'da Türk kadınları yerel seçimlerde seçme hakkını kazandı. 1933'te muhtar seçme ve köy heyetine katılma, 1934'te milletvekili seçme ve seçilme hakkını aldı. 1935'te yapılan seçimlerde Meclis'e 17 kadın girdi. 1936 ara seçiminde bu sayı 18'e çıktı. Kimi ülkedeki kadınlar bunun mücadelesini hala veriyor. Örneğin Kuveytli kadınlar 2005'te bu hakka kavuştu. Suudi Arabistan'da kadınlar ise 2011'de bu hakkı kazandı ama henüz kullanamadılar.
KADINLARIN OY MÜCADELESi
Gelelim ikinci yanlışa. Kadınlarımızın bu hakkı istemeden elde etme meselesine. Bu da yanlış. Evet, kadınlarımızın çoğu şimdi olduğu gibi kendilerinin seçtiği değil, başkalarının onlara biçtiği hayatı yaşıyorlar, köle gibi yaşıyor ve bir "mal" gibi alınıp satılıyorlardı ama ülkenin okumuş, yazmış ve iyi eğitim almış kadınları Avrupalı hemcinslerinin oy mücadelesini yakından takip ediyor ve bunun savaşını veriyorlardı. 1908'deki II. Meşrutiyet'in ilanından sonra Anayasa'nın daha demokratikleşmesi ve hürriyetlerin daha genişletilmesi sonucu kadınlarımız siyasal alana ilgi duymaya başlıyorlar. Hatta o günlerde İttihat ve Terakki'nin Rumeli'de kadın kollarında 40 kadın üye olduğunu ve çoğu kadının gizlice cemiyet için çalıştığını biliyoruz. Kadın yazarlar kadınların durumunda iyileşme sağlamanın birinci koşulu olarak kadın eğitiminin yaygınlaştırılması gerektiği üzerinde duruyorlardı. Örneğin Selma Rıza önce kadınların eğitiminin yaygınlaştırılacağına hemen sonra çok kadınla evliliğe karşı kampanya başlatacaklarına değiniyordu. Keza Şair Nigar, kadınlar için adalet ve eşitlik talep ediyor, erkeklerin kadınları süs eşyası gibi görmekten vazgeçmesini, kadın eğitimine destek olmaları gerektiğini bildiriyordu. Halide Edip, Nakiye Elgün ve Nezihe Muhiddin gibi öncü kadınların siyasal alana katılmasını savunuyordu. Bu konu uzun. Yarın da devam ederiz. Ama şunu unutmayalım ki kadınlarımız bu hakkı mücadele ederek aldılar.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
Bu web sitesinde çerezler kullanılmaktadır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

"Tamam" ı tıklayarak, çerezlerin yerleştirilmesine izin vermektesiniz.