Türkiye doğal kaynaklar, işgücü ve girişimci gibi üretim faktörleri yönünden oldukça zengin bir ülkedir. Bir diğer üretim faktörü olan sermaye açısından ise aynı şeyi söylemek mümkün değildir.
Sermayenin fiziki ve finansal sermaye olarak iki farklı türü bulunmaktadır.
Fizik sermaye; insanlar tarafından üretilen, üretim sürecinde insan emeğinin verimliliğini artırmaya yarayan her türlü makine, araç, gereç olarak tanımlanabilir. Finansal sermaye ise nakit para ve alacaklar gibi unsurları içermektedir.
Bunların yanında bilgi toplumu yapılanmasının netleşmesi ve bilgi üretiminin ön plana çıkmasıyla, entelektüel sermaye kavramının da çok yoğun olarak kullanılmaya başlandığı görülmektedir. Bu kavram patentler, telif hakları ile, yanında çalışanlarda, iş süreçlerinde ve müşterilerde mevcut olan ve değer yaratma potansiyeli bulunan her türlü bilgi olarak ifade edilebilir.
Ülkemizde fiziki, finansal ve entelektüel sermaye açısından yeterli kaynağın bulunduğunu söylemek güçtür. Bugün gelişmiş ülkelerinin en önemli özelliği, bu üç sermaye türünde de oldukça ileri noktada olmalarıdır.
SERMAYENİN HAMMADDESİ
Bir ülkede, fiziki ve finansal sermayenin hammaddesi tasarruflar, entelektüel sermayenin hammaddesi ise eğitim ve eğitim sisteminin kalitesidir. Türkiye'de tasarrufların düşük, eğitim sisteminin niteliğinin ise zayıf olması, toplamda sermaye birikiminin düşük, gelişme hızının ise yavaş olmasının baş faktörüdür.
Böylesi bir yapının doğal sonucu, ailelerin yaşamlarını devam ettirebilmeleri, firmaların ise çarklarını döndürebilmeleri için yeterli gelir ve sermayeye sahip olamamalarıdır. Bu durumda kredi mekanizmaları ve yeterli krediye ulaşmak oldukça önem kazanmaktadır.
2000'li yıllarda küresel düzeyde yaşanan likidite bolluğu ve bu likiditenin gelişmiş ülkelere oranla oldukça yüksek faiz veren gelişmekte olan ülkelere (emerging market) yönelmesi, bu ülkelerde kredi genişlemesini hızlandırmıştır.
Nitekim ülkemizde özellikle 2004 sonrası dönemde tarihinde olmadığı kadar hızlı bir kredi büyümesi yaşanmıştır.
Tablodan görülebileceği gibi sadece 2004-2013 yılları arasında toplam kredi hacmi 9.9 kat artarak 102 milyar TL'den bir trilyon TL'ye yükselmiştir. Bu dönemde mali kuruluşlara verilen krediler 5.2 kat, ticari krediler 8.2 kat, tüketici kredileri 18.4 kat, kredi kartlarından kullanılan kredi tutarı ise 5 kat artmıştır.
ESNAFIN PAYI
Bu dönemde en düşük oranlı kredi artışı ise 4.4 kat ile esnaf ve sanatkar kredilerinde gerçekleşmiştir. Bunun sonucunda toplam krediler içinde yüzde 2.7 olan esnaf ve sanatkar kredilerinin payı 2013 yılında yüzde 1.4 ile dönemin en düşük değerine gerilemiştir.
Bu durumdan hem esnaf sanatkarlarımız, hem de ortalama her ailede en az bir esnaf olması nedeniyle tüm vatandaşlarımız olumsuz etkilenmiştir. Türkiye'de hemen hemen her kesim, finansal sermaye yetersizliğiyle en fazla mücadele eden kesimin esnaf sanatkarlar olduğunu kabul etmektedir. Üyelerimiz, yaptıkları işin gerektirdiği entelektüel sermayeye yeterince sahiptir. Zaten sahip olamayanların esnaf veya sanatkar olması ya da işlerini sürdürebilmesi mümkün değildir.
Ancak, verimliliklerini daha da artıracak makine ve teçhizata ve bunları satın alabilmeleri için gerekli olan nakit paraya (finansal sermaye) ulaşma konusunda ciddi sorunlar yaşadıkları da açıktır. Tablodaki veriler de bu söylemin doğruluğunu ortaya koymaktadır.
İşte bu noktada, devletin, bankalar ile esnaf sanatkar teşkilatlarının ortak akıl üretmesi gerekmektedir. Zira bir tarafta devletin sunduğu imkanlar ile bankaların her geçen gün daha fazla esnafa yönelmek istediğini gösteren reklam ve kampanyalar, diğer tarafta hala krediye ulaşamayan ve kredi pastasındaki payı azalan esnaf ve sanatkarlar. Bu ortamda bazı eksikliklerin olduğu meydandadır.
Bu bağlamda gerek devletimizin gerek bankalarımızın konuya daha farklı bir açıdan bakmaya, yeni söylemler, yeni yöntemler ve yeni eylemleri hayata geçirmeye çalışmaları gerekmektedir. Ve bu çalışmaların da bir an evvel, zor durumdaki esnaf sanatkarlar daha fazla erimeden hayata geçirilmesi zaruridir.