Dr. Aloysius
1864 yılında Bavyera'nın Marktbreit kasabasında doğan Dr. Aloysius, noter olan babasının mesleği yerine fen bilimleri ile ilgilendi ve 1887'de Würzburg Tıp Fakültesi'nden mezun oldu.
Her ne kadar doktora tezi olarak bujon denilen kulak kirlerini üreten bezler üzerinde çalışmışsa da asıl ilgisini nörolojik ve psikiyatrik hastalıklar çekiyordu. Hastanelerin çoğunda deli gömleği ile zapt edilebilen akıl hastaları için daha insancıl tedavi yöntemlerini hayal ediyor, dolayısı ile de nöropsikiatri dalında çalışmalarını yoğunlaştırıyordu.
Franfurt'ta çalışırken Auguste Deter isimli bir hastası oldu, kısa süreli hafıza kayıplarına farklı davranış anomalilikleri eşlik ediyordu. Daha sonraları bu hastayı şu sözlerle anlatacaktır:
"Beyin, ayrı ayrı duygu ve anı yüklü sayısız ampülden oluşmaktadır, daha sonra bu ampüller esrarengiz şekilde sönüyor ve giderek loş bir hal alıyor, sonuçta adını bile anımsamadığı sonsuz bir karanlıkta kendini buluyor." Benzer semptomları olan hastaların dosyalarını Münih'te başta meslektaşı Dr. Emil Kraepelin olmak üzere incelediklerinde, ilk kez beyin hücrelerinde amiloid plaklarını ve tangle denilen nörofibromları tespit ettiler.
O zaman presenil demans olarak anılsa da, zamanla tıp dünyası, yeni tanımlanan bu hastalık için Dr.
Alosius'un soyadı ile isimlendirilmesini uygun gördü:
Alzheimer.
FARKINDALIK IÇIN
Dr. Aloysius "Alois" Alzheimer, öldüğü 1915 yılına kadar bu hastalıkla ilgili çalışmalarına devam etti, günümüzde de çok yoğun yapılan çalışmaların hedefinde ve son prestijli Brain Ödülü Alzheimer ile ilgili çalışmalar yürüten dört doktor arasında eşit paylaştırıldı. Her ne kadar, Dr.
Aloysius'un Alzheimer'ı 1907 yılında tanımlamasından bu yana bir asırdan fazla zaman geçmiş olsa da, maalesef henüz tedavisi bulunabilmiş değil.
Bu yüzden de her yılın 21 Eylül'ü, bu hastalık ile ilgili farkındalığı sağlamak adına özel olarak belirlenmiş durumda.
Hastalık unutkanlık gibi erken bulgularla başlayıp ilerlemekte, son aşamalarında ise tüm beyin fonksiyonlarının kaybı ile karşımıza çıkmaktadır.
İlk dönemlerde tanı koymakta güçlük çekilebilir, ancak aralıklı yapılan muayeneler, testler ve klinik gözlemlerin ileri tanı yöntemlerinden olan MR ve Tomografi sonuçlarının birleşmesi ile tanı konulabilmektedir.
Oldukça uzun seyredebilen hastalık, ilk zamanlar kişinin hayatını radikal etkilemezken ya da nispeten tolere edilebilirken son dönemlerinde kişisel hijyen de dahil tamamen bakıma muhtaç güç bir döneme ulaşabilir ve bilişsel yeteneklerin kaybolduğu, fizik aktivetenin sıfırlandığı ve parelel gelişen diğer organ bozukluklarına bağlı çoklu organ yetmezliği ile hastaların kaybedildiği bir hastalık tablosunu karşımıza çıkarabilmektedir.
İLERLEYİCİ HASAR
Esasında, Alzheimer da dahil birçok hastalık nörodejeneratik hastalıklar grubundadır ve halk arasında bunama denilen demans ana başlığı altında ele alınır. Dejeneratif denilmesinin amacı, sinir hücresi bazında ilerleyici hasarın oluşması nedeni iledir.
Bilinen en büyük risk faktörü, gittikçe uzayan yaşam süreleri olarak karşımıza çıkmakta. Yapılan istatistiki çalışmalarda 65-67 yaş grubunda yüzde 1'lerde olan hastalık dağılımı, 90'lı yaşlarda yüzde 35'lere çıkabilmekte. Genetik faktörler üzerinde de durulmaktadır.
Apo E isimli bir genin varlığı ile aspirin türevi ilaçlar ve kadınlardaki hormon replasman tedavisinin koruyuculuğuna yönelik yayınlar söz konusu.
Bugünlerde insanlık için ana gündem, Covid 19 pandemisi olsa da uzun yaşam sürelerinin yaşlılıkta ortaya çıkardığı demans grubu hastalıklardan
Alzheimer, tıp araştırmacılarının değişmeyen uğraş alanı olarak varlığını koruyacak gibi.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.