Dietrich Bonhoeffer
Dietrich Bonhoeffer'in, Nazi Almanya'sının Flossenbürg toplama kampında hayatı sona erdiğinde tarihler 9 Nisan 1945'i gösteriyordu. Hemen akla, Yahudi Soykırımı (Holokost) ve dolayısı ile Almanya'da Hitler'in başkanlığını yaptığı Nasyonalsosyalist iktidar döneminde yani 1941-1945 yılları arasında Avrupalı Yahudilere yönelik sistematik soykırımla ölen yaklaşık 6.3 milyon kişiden birisi olduğu geliyor.
Ama bir Almandı ve Oskar Schindler, Friedrich Olbricht, Claus von Stauffenberg, Albrecht Mertz von Quirnheim ve Werner von Haeften gibi askeri kökenli olmasa bile Nazizm karşıtı bir teolog olarak bu mücadelenin içinde idi.
Çok bilinmese de Nazi döneminde, üç milyona yakın Alman, muhalif tutumları nedeni ile Gestapo tarafından soruşturulmuş, bunlardan bir milyona yakını da Nazi karşıtı düşünce suçlarından tutuklanmıştır. Ayrıca, 77.000 Alman yine siyasi suç hükmü ile 1933 ve 1945 yılları arasında askeri mahkemelerce idama mahkum edilmiştir.
NAZiLERLE MÜCADELE
Bonhoeffer'un gerek aldığı liberal Lutherian din eğitimi gerekse özgürlükçü kişiliği, Nazilerin iktidara geldiği andan itibaren onların politikalarına ama özellikle antisemitizme karşı mücadelenin içine girmesine yol açtı. Yakın arkadaşları, hayatından endişe edip onu zorlayarak Londra ve Newyork'da ikametini sağladılarsa da her seferinde ülkesine, dolayışı ile Nazilerle mücadelesine geri döndü.
O zamanlar Amerikalı ünlü din alimi Reinhold Niebuhr'a yazdığı bir mektupta, içinde bulunduğu duygu durumunu şu sözlerle anlatmıştı:
"Şimdi halkımın yaşadığı güçlükleri onlarla paylaşmazsam sonra ideallerimiz paralelinde yeniden gerçekleşecek kuruluşa katılma hakkını kendimde bulamam". Nitekim ülkeye döner dönmez yani 5 Nisan 1943'te tutuklandı ve Berlin'de hapsedildi.
Daha sonra 20 Temmuz 1944'de Hitler'e karşı başarısızlıkla sonuçlanan suikastı gerçekleştirenleri tanıdığı gerekçesi ile ismi bu soruşturma dosyasına ilave edildi.
HER ŞEYDEN SORUMLUYUZ
Hapiste, tanık olduğu Nazi dönemindeki gibi, kitleleri hipnotize eden toplumsal çılgınlığın nedenleri üzerine uzun zaman düşünme fırsatı buldu.
Bugün kitle hipnozu terimi içinde yapılan birçok çalışmada, topluma yönelik algı formasyonu için binlerce insanın milyarlarca dolarlık sektör halinde politikacıların hizmetinde olması gibi, Almanya tarihinin bu karanlık döneminde de, nasıl olup da çağına göre uygar sayılan bir kültürü yaşayan bir ülke, Nazizm gibi bir kötülüğün esiri olabiliyordu diye düşünmeye başladı!
Bu bir geçici körlük ya da aptallık mı idi? Bonhoeffer, bunun özünde bir zeka değil bir ahlaki problem olduğu sonucuna vardı. Çünkü, Naziler entelektüel birikimlere sahiptiler ve doğuştan da bir zeka hastalıkları yoktu. O zaman kitlesel hipnozun doğası ya da etiopatojenitesi psikolojik olmaktan ziyade sosyolojikti! Yani bu hipnozun içinde olan insanlar, özgür düşünce ve perspektiflerini bir büyünün içindeymişçesine kapattıkları için, otonom hareket içinde yani katatonik bir halde, slogonik ve robotvari davranış ve cümlelerle hareket ederek tüm kötülükleri yapma noktasına geliyorlardı.
Dolayısı ile politik ve dini hareketlerde rastlanılan lidere ya da diktatöre vecd halinde tapınma aşaması ile döngü tamamlanıyordu. Kötülük yaptıklarının ayırdına varmadan liderlerinin emrinde onların isteklerini sorgusuz ve vicdan muhasebesi yapmaksızın yerine getiriyorlardı. Bu toplumsal aura, diktatörlerin varoluş vasatı idi. Dietrich Bonhoeffer, Flossenbürg toplama kampında, asılmadan hemen önce, gardiyana "Yaptığımız her şeyden sorumluyuz" demişti. Nitekim, Nazizm kurucuları Hitler ve Goebels, yenilgi sonrası intihar edecekler, cesetleri yakılıp Elbe'nin bir kolu olan Biederitz nehrinde yokluğa dökülecektir.
Bonhoeffer ise, yüceltilerek saygıyla anılmaya devam ediyor.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.