Bir asır Cumhuriyet...
'Res publica' Latince, temel bir sözcük olarak "kamusal olan" anlamına gelmektedir. Daha geniş bir anlam örgüsünde de 'bir topluluğu birleştirerek, onlara, halk olma niteliği kazandırırken, ilerisinde de, monarşiye karşı, devlet başkanının halk tarafından seçildiği ve halk iradesinin meşru kılındığı' devlet şeklini tanımlamaktadır.
Bizde yaygın kullanımı, 18. yüzyıla kadar gider ve Arapça kökenli 'cumhur' sözcüğünden Osmanlı Türkçesi ile türetilmiştir. Arapça'da "toplanma ve topluluk oluşturma" anlamındaki 'cumhur'a ( ki sonradan kamu ve toplum anlamları da ihtiva edecektir) aidiyet bildiren "iye" takısının eklenmesi ile "Cumhuriyet" kavramına ulaşılmıştır. Zamanla da "kamuya ait" ya da 'topluma ait" anlamına gelen Fransızca orijinli republique kelimesinin Türkçe çevirisi olarak yaygın bir şekilde kullanılagelmiştir.
SİYASİ TERMİNOLOJİ
Günümüzün siyasi terminolojisini oluşturulmasında Leon Duguit, Jellinek, Carre de Malber, Montesquieu ve Rousseau gibi düşünürler önemli katkılarda bulunmuşlardır. Örneğin Montesquieu, Kanunların Ruhu adlı eserinde 'Cumhuriyet yönetimi, ulusun tümünün birden ya da bir parçasının yönetimi elinde bulundurmasıdır' şeklinde yazar ve devlet yönetim şekillerini "Cumhuriyet, monarşi ve despotizm" şeklinde üçe ayırır. Rousseau da Toplum Sözleşmesi isimli kült kitabında ayrımı, demokrasi, aristokrasi ve monarşi üzerinden devam ettirir.
Almanların 1869 doğumlu efsanevi hukuk adamı ve felsefesicisi Georg Jellinek ise, 1900'de başyapıtı da sayılan Genel Devlet Teorisi isimli kitabında, devlet yönetim biçimlerini, monarşi ve cumhuriyet olmak üzere ikili bir ayrım şeklinde ilk kez ele alır.
Yukarıdaki tanımlamalardan cumhuriyet yönetim şeklinin monarşiye göre demokrasi ile birebir örtüştüğü fikri öngörülebilirse de bu doğru değildir. Suudi Arabistan, antidemokratik bir monarşi, İngiltere demokratik bir monarşidir. Almanya ise federal bir demokrasidir.
MİLLİ İRADE VE HÜR SEÇİM
Bu noktada, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 99. yılını kutladığımız bu yıl Atatürk'ün ilkelerinden birinin de cumhuriyetçilik olduğunu anımsamalıyız.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu iradesinin şekillendirdiği devlet idaresi, millî egemenliği, millî iradeyi ve hür seçimi esas kabul eder ve bu kapsamda, yönetim biçimi ve siyasal rejiminin ifadesini de 'cumhuriyet' olarak niteler.
Atatürk'ün, savaş ve barış dönemlerindeki eşsiz siyasi ve düşünsel birikimlerinin bu kararlarında ana unsur olduğunu görürüz.
Cumhuriyeti, milli egemenliğin bir tezahürü olarak görürken yeni bir hukuk düzeni inşa eder, tüm ırksal, sınıfsal ve düşünsel ayrılıklar, 'Türk Vatandaşlığı" çatısı altında yok edilir, cumhuriyet ilkesine lâiklik, halkçılık, devrimcilik, devletçilik, ulusçuluk ilkeleri eklenerek tam bağımsız ve ulusal bütünlüğe haiz bir halk egemenliğine dayanan yepyeni bir 'Türkiye Cumhuriyeti Devleti' oluşturur.
Sonuçta, Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı için yola çıktığı 19 Mayıs 1919 tarihinden TBMM'nin açıldığı 23 Nisan 1920'ye ve 26 Ağustos 1922'deki Başkomutanlık Meydan Savaşı'ndan Cumhuriyetin ilan edileceği 29 Ekim 1923'e kadarki süreçte olgunlaşan Cumhuriyetimiz, gelecek yıl 100. Kuruluş yılına ulaşıyor.
Atatürk'ün, Cumhuriyeti ilanı sonrası gerçekleştirdiği devrimler ile Cumhuriyetimiz, anayasal sistemine demokratik bir karakter kazanarak, bir asırdır yılmadan 'müreffeh medeniyet seviyesi ' yolculuğuna devam etmektedir.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.