Maceralı Cannes seyahatinden bir günlük gecikmeyle döndüm. O gün hava koşulları kısa bir süre izin vermese iki gün daha Cannes'da mahsur kalacaktık.
***
Beş gün boyunca yağmur altında sahilde uzun yürüyüşler yaptım. Pazar öğlen vakti gördüğüm manzarayı anlatmadan bu seyahat notlarını bitiremem.
Kumsalda beyaz sakallı 65- 70 yaşlarında biri denize giriyordu. Durdum ve onu izledim. On dakika kadar yüzdü. Çıkıp duşunu aldı ve kayalıklara bıraktığı havlusunu alıp kurulandı. Hiç telaş etmeden giyindi ve bisikletine atlayıp gitti.
Sıcaklık 5 derece civarındaydı. Sahil yolunda her yaştan insan altlarında taytları, sırtlarında anorak ya da eşofman üstleri, yürüyor ya da koşuyorlardı.Yağmura ve soğuğa rağmen...
Ben de adımlarımı hızlandırdım. Ne de olsa sabah yediğim iki kruvasanı eritmem gerekiyordu...
***
İstanbul'a dönüşte bu kez kardan, eve kapandık... İyi ki televizyonda maçlar vardı, gazeteler birikmişti, Aysun ve İlkyaz'la hasret giderdik, sıcak evin tadını çıkardık. Yalnız biz mi?
Evin kedisi dışında dışarda beslediğimiz sokak kedilerimiz de var. Aysun'la İlkyaz ben seyahatteyken rüzgarlığı onlara tahsis etmişler. Koli kutularından yuvalar yapıp içlerine polar batteniyeler yerleştirmişler. Sarılı, beyazlı, alacalı kediler ikişer ikişer yatıyor kutularda ve camdan dışarıyı seyrediyor, keyifle uyuyorlar. Bir de onlar...
***
Cuma her şey normale döndü. Biz de kendimizi dışarıya attık. Görülecek o kadar çok film var ki! İlk tercih "Zenne" oldu.
Sinemada solumda Aysun, sağımda güzel bir kız oturuyor. Film başladı kız eline telefonu aldı. Habire tweet atıyor. Yazması bir kaç dakika, telefonun kapalı olduğu süre 30 saniye. Telefonun ışığı gözümü alıyor. Elimi siper yapıyorum, hafif sola dönüyorum, faydası yok.
Film mi seyrediyorum, işkence mi çekiyorum. Dayanamadım. "Işık gözümü alıyor" dedim. Kız özür bile dilemedi. Neyse ki telefonu kapattı...
***
Aslında, bu olur olmaz yerlerde tweet atma manyaklığı sinemalarda yasaklanmalı. Daha ön sıralarda oturanların telefonlarından çıkan ışık da o karanlıkta insanın gözüne ok gibi saplanıyor. Son derece rahatsız edici. Ben gençlerimizin (tweet atanların hemen hepsi genç yaşta) nasıl da bu kadar duyarsız ve vurdum duymaz olduklarına şaşıyorum...
***
Gelelim "Zenne"ye. Bu yıl ki "Altın Portakal"dan beş ödülle dönen filmi merak ediyordum. Törenin aldığı canlardan biri bu kez bir filme konu olmuştu. Eşcinsel olduğu için 15 Temmuz 2008 tarihinde babası tarafından vurularak öldürülen Ahmet Yıldız'ın anısına...
Film sıkmıyor ama anlatım biraz yoruyor. Bu arada hem mesajlarda hem de anlatımda abartmalar ve de çelişkiler var.
Ben oyuncuları çok beğendim. Tilbe Saran'ın dışında hiçbirini tanımıyordum ve hepsini çok başarılı buldum. Demir Demirkan'ın "Zenne" dans ederken çalınan müzikleri çok iyiydi. Görüntü yönetmeni Norayr Kasper'i de alkışlamak lazım.
Çok cesur bir film. Hayatın gerçek bir kesitini getiriyor gözler önüne. Erkek olarak doğmalarına rağmen kendilerini kadın olarak hissedenlerin veya kadınlar yerine erkeklerden hoşlananların hikayesini.
"Zenne" birbirine zıt iki anne karakterini de tüm çıplaklığıyla ve oyuncularının mükemmel performansıyla (Tilbe Saran/ Rüçhan Çalışkur) ortaya koymayı başarmış. Zenne rolündeki Kerem Can'ın geleceği çok aydınlık. Antalya'da en iyi yardımcı oyuncu seçilen Erkan Avcı da sinemanın başarılı karakter oyuncularından biri olacağının sinyallerini veriyor.
"Zenne" izlenmeye değer...