Geçtiğimiz perşembe akşamı, İzmir Devlet Tiyatrosu'nun sezon açılışını yaptığı oyunu izledik, Atatürk İl Halk Kütüphanesi'ndeki Melek Ökte Sahnesi'nde. Adı, hepinizde çağrışım uyandıracak o filme de atıfta bulunan 'Rezervuar Kanişleri'...
Bu sezon 60'ıncı yılını kutlayan Devlet Tiyatroları, 1 Ekim'de tüm sahnelerini aynı anda ve ilk kez izleyiciyle buluşan yerli oyunlarla açtılar. Ama İzmir DT, bunun dışında iki sürpriz 'ilk'in daha zevkini yaşamamızı sağlayacak bir geceye imza attı.
Birincisi, o geceki prömiyerin davetlileri, küçük ama yeni bir tiyatro sahnesinde ağırlandı. Amatör gösterilerin yapıldığı İl Halk Kütüphanesi salonunun, Devlet Tiyatrosu'nun yararlanabileceği şekle nasıl dönüştürüldüğünü, Müdür Hülya Savaş Akdoğan açılış konuşmasında kısaca anlattı.
***
Melek Ökte Sahnesi, başta Hülya Savaş olmak üzere tiyatronun tüm teknik ekibinin yaz boyunca tatil yapmaksızın çalışıp didinmesiyle sezona yetiştirildi. Genel Müdürlüğün çok kısıtlı bütçe ayırmasına rağmen, Hülya Savaş'ın çevresinde kenetlenen bir grup sanat destekçisinin de katkısıyla tiyatroya devşirilen Melek Ökte Sahnesi, sanatın hizmet alanında hep sona bırakıldığı ülkemizde önemli bir kazançtır. Hülya Savaş'ı, bu sahnenin kazanılmasındaki çabalarından dolayı kutlarız.
***
Prömiyerde yaşadığımız ikinci 'ilk'in mimarı ise, tiyatro sahnelerinde tanışık olmadığımız bir yönetmenlik anlayışıyla seyirciyi şoka uğratan Hakan Boyav. Bülent Usta'nın kaleme aldığı 'Rezervuar Kanişleri'ne öylesine değişik bir bakış getirmiş ki izlerken spot şoklarla anlık sorgulardan geçtiğinizi hissediyorsunuz. Ama hiç acı duymadan ve gülmekten katılarak...
Örneğin bir işkence sahnesinin, 'Love Story' eşliğinde gözünüzde canlandığı oldu mu? Oyunda var. Romantizm ile şiddet tezatlığı aynı anın içinde aktarılıyor. Karşıtlığın doğurduğu 'komiklik' ile işkence gerçeğinin ustura keskinliğindeki 'ürpertisi' arasında gidip geliyorsunuz.
***
Oyun, bilindik 'Rezervuar Köpekleri' filminin etkisinde kalan ve onlara benzemeye çalışan üç 'sistem karşıtı' kafadarın, eylem hazırlığı için saklandıkları hücre evinde geçiyor. Aralarındaki iletişim ve başlarına gelen olaylar saçmalaştıkça, komedi doruğa yükseliyor. Saçmalıklar elbette oyunu absürt tiyatronun çizgisine yaklaştırsa da, 'Rezervuar Kanişleri' absürdün şablonuyla tamamen örtüşmüyor.
Çünkü absürtte derinlemesine bir insansızlaşma, yabancılaşma, anlamsızlaşma ve iletişimsizleşme hakimdir. Olaylar arasında ilgi kurulması aranmaz, anlatım kopuk ve düzensizdir. Boyav'ın oyunu ise abartı ve saçmalığın izlerini taşırken, 3 kafadarı bir arada tutan 'dava' tüm yönelimlerin kesişme noktasında duruyor.
***
Ayrıca saçmalık kadar gerçekçilik, kelime oyunları, kara mizah ve karikatürize de var oyunda. Beckett ve Kafka'dan da izler bulabiliyorsunuz, Sherlock Holmes ya da Karagöz'den de... Önemli olan bu malzemeyi, izleyicinin kişileri ve olayları yadırgamayacağı şekilde harmanlamayı becerebilmekte...
Hakan Boyav o kıvamın tadını kaçırmadığı için harika bir iş ortaya çıkarmış. Eğer ölçüyü tutturamasaydı, abartının ucu 'zırvalamaya' kadar uzayabilirdi. Elbette aldığımız zevkte, oyuncuların hiç aksamayan performansının ve sahnenin her köşesinde akıttıkları terin payı büyük. Onları ve emeği geçen herkesi kutluyorum.
***
Gösteriden sonra, hiçbir kalıba uymayan oyunun 'türü nedir' diye sorduk. "Bu da tiyatronun 'Pop Corn'u" yanıtını aldık Hakan Boyav'dan. Haksız da değil. Her an seyircinin aklını 'sıyırıp geçen' bir eleştiri oku fırlayabiliyor sahneden. Tam gülerken tokadı basıyor, hemen ardından bir gül uzatıyor gibi...
Saçma ve gülünç derken; bir bakıyorsunuz ne din, ne evlilik, ne arkadaşlık, ne idealizm, ne cinsellik, ne işkence, ne de eğlence kavramı kalmış 'Rezervuar Kanişleri'nin dokundurmasından nasibini almayan.
Teşekkürler Hülya Savaş, helal olsun Hakan Boyav...