Sevginin bile insanları öldürme nedeni haline geldiği bir şiddet kültüründe yaşıyoruz artık. Teknoloji, uzay, bilişim gibi kavramlar da toplumda yeni pencereler açma adına sırasını çoktan savdı. Canına kıyan çocuklar, küçük yaşta hamile kalan kızlar, sevdiğini sokak ortasında kurşunlayan aşıklar, cinnet geçirip evladını boğan anneler, babalar...
Üstelik, ürkütücü boyutlara ulaşan bu vahşet tablosuna her gün yeni bir fırça darbesi vuran insanların çoğu gündelik hayatımızdan. Yani görünüşte anormal bir sinyal yaymadıkları halde, bir anda çizgiden çıkıveriyorlar.
***
Adamın sevgisi öylesine ağır basıyor ki, barışmaya yanaşmayan eski eşini tenhada delik deşik ediyor. Bir diğeri, peşini bırakmadığı genç kızı vurduktan sonra, 'yıllardır aşkıma karşılık vermedi' diyor. Çocuklara 'iyilikleri için' evde, okulda baskı uygulanıyor. Liseli kızlar paylaşamadıkları erkek için düelloya kalkışıyor. Ve sorduğunuz zaman hepsi çok pişman ve tüm bunları 'sevgisinden' yapıyorlar.
Halbuki sevgi bu mudur? Böyle bencilce ve şiddetle mi iç içedir? Bireyin bedensel varoluşu ile kendini boşlukta hissetmesi arasındaki çözümsüzlüğü insani bir bağa dönüştüren tek duygudur sevgi. Aksine bu histen yoksunlaşan insanlar varoluş amaçlarını yitirirler. Neden yaşadıklarına bir yanıt bulamadıkça hayat düşmanlaşır gözlerinde. O zaman yapıcı tavırlar yerine, yıkıcı bir zafer kazanma güdüsü davranışlarımıza yön verir.
***
Kısaca doğal, yapıcı, sade ve içten geldiği gibidir sevgi... Aslında çelişki de buradadır. Çünkü daha ilköğretim çağında koşullandırılan kıyıcı bir rekabet kültüründe sadeliği, doğallığı, iyi niyeti, sevecenliği ara ki bulasınız. Birinin başarısının, başkalarının hanesine 'işe yaramaz' payesi düşürdüğü yarış düzeninde, sevginin mayasından izlere rastlamak hepimizin özlemi haline geldi.
Nitekim son dönem Türk filmlerinde de bu özlemin çağrıştırıldığı konular ön plana çıkmaya başladı. Ki bu yapımlar oldukça da iyi izlenme düzeyi tutturdular. Bunun en etkili iki örneği, 'Neşeli Hayat ve 'Eyyvah Eyvah' filmleri... Hatta tüm iğrençliğine rağmen 'Recep İvedik'in bile, 'saf, temiz kalpli' bir kişilik taşıması, izleyici tarafından tutulmasında pay sahibidir.
***
Neşeli Hayat'ta, bir kenar mahalle semtinde başından geçenlerin anlatıldığı Rıza karakterinin en büyük sorunu, daha önce de eleştirdiğim gibi çok kuru ve dramatik dokunun gerektirdiği iniş çıkışlardan uzak oluşuydu. Filmde Yılmaz Erdoğan'ın canlandırdığı aşırı iyi niyetli ve hiçbir koşulda kalbini bozmayan Rıza'nın günümüzde karşımıza çıkması binde bir ihtimaldir. Ama Yılmaz Erdoğan, konuşma şekli, ses yüksekliği, yüz ifadesi hiç değişmeyen ve aksiyonu hep aynı ağırlıkta kalan düz bir çekim yüzünden filmin daha başarılı bir noktaya ulaşmasını engellemiş. Yine de gerçek hayatta yüzüne hasret kaldığımız o insancıl karakter sayesinde, yaptığı iş gereğinden fazla beğenildi.
***
Ata Demirer'in filmi olan Eyyvah Eyvah'ta ise kişileştirmelerdeki ustalık tek kelimeyle mükemmel. Hem renkli, hem de seyircinin kendinden bir şeyler bulabileceği ölçüde inandırıcılık sağlamış yaratılan karakterler.
Filmde Ata Demirer'in oynadığı Hüseyin, Trakya'da dedesi ve ninesiyle hayatını geçiren, mahalleden bir kıza sevdalı tipik bir gençtir. Klarnetiyle katıldığı mahalli eğlencelerde çalarak üç beş kuruş kazanmaya çalışır. Son derece iyi niyetli, yetingen, gözünü hırs bürümemiş bir yetenektir Hüseyin. Böylesine sıradan bir hayat sürerken, öldü bildiği babasının yaşadığını öğrenerek İstanbul'a gidiyor Hüseyin. Ve orada karşılaştığı şarkıcı Firuzan'la (Demet Akbağ) atıldıkları babasını arama yolculuğu, kırıp geçiriyor. O özlediğimiz insani derinliğin, 'İstanbul'a rağmen' kaybolmayışı sayesinde hayranlıkla izliyoruz Hüseyin ve Firuzan'ı...