Ünlü ruhbilimci Erich Fromm'un, öğrencilik döneminde okuduğum 'İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri' adlı kitabı beni çok şaşırtmıştı. Hoş, çalışma hayatına atıldıktan sonra rekabet ve hırslarımızın yol açtığı kıyıcılığın boyutları, kitaplardan öğrendiklerimizi fersah fersah geride bıraktı.
Çünkü yaşadığımız kültürde ayakta kalabilme yarışının ne yazık ki yazılı kuralları yok. Kapitalist kültürde atı alıp Üsküdar'ı geçtikten sonra kimse hangi yoldan gittiğinizle ilgilenmiyor. Önemli olan yarışta birinci gelmek, at başı da olsa hep önde gitmek...
***
Rotayı kişisel çıkarların belirlediği bu yarışta amaç daha çok para, eşya ve yüksek mevkiler edinmektir. Peki, kazanç uğruna vicdanımızı törpüleyen 'yıkıcı' duygularımız nereden besleniyor? İşte bu noktayı deştiğimizde, 'yıkıcılığın' bütün kodlarının insanın doğasına yüklenmiş olduğunu anlıyoruz. İçinde yer aldığımız kültür, yıkıcılığımızın daha çok belirginleşmesini sağlıyor o kadar.
Ki geçmişte ayıplanan bir davranıştan çekinmenin günümüzde enayilik sayılması da her kültürün kendi koşullarına uygun beklentiler ortaya çıkarmasındadır. Demek ki içgüdüsel olarak saldırmaya, ezmeye, yok etmeye, yatkın yönlerimiz, içimizde bir yerlerde dürtüklenmeyi bekliyor.
***
Dünya Kadınlar Günü her yıl, kadına şiddeti kınayan söylemlerle geçer. Kadına şiddette, ilkel kabileleri bile geride bıraktığımız ülkemizde 'erkeğin' duruşunu sorgulamak elbette kaçınılmaz. Ama erkeğin kadını hazmedemeyişi yüzenden sergilediği güç gösterisinin aynısını sosyal ilişkilerimizde yaşamıyor muyuz?
Özellikle Doğu'nun aptalca töre ve ritüellerini bir yana bırakırsak, erkeğin şiddete başvurması bireysel ve sosyal yenilgisini bastırma yöntemlerinin ürünüdür. Çünkü kadının, toplumdaki 'erkek egemenliğini' zayıflatacak her adımı bizim cinsimiz tarafından 'tehdit' olarak algılanır.
***
Aslında erkeği tatmin eden 'sözünü geçirme', 'baskın gelme' ve 'ön planda olma' güdüleri, iş yaşamında birbirine üstünlük sağlama yarışındaki iki meslektaşın içgüdüleriyle aynıdır.
Tek fark; iş kurallarına ve genel ahlaka boyun eğmek zorunda kaldığınız için mesai arkadaşınızı dövemezsiniz. Bunun yerine yüzüne gülümseyip arkadan vurmayı, zaaflarından faydalanmayı, başkalarının gözünde küçük düşürmeyi seçersiniz.
Ama erkeğin evinde baş başa kaldığı eşine yansıttığı kompleksin sonuçları ise fiziksel şiddete kadar varabiliyor. Çünkü orada 'egemenlik' duygusu hakim.
***
Öyle ya da böyle, kültürümüzün yarattığı çekişmelerin 'yıkıcı' boyutlara varmasında, içgüdüsel saldırganlığımızın etkisi yadsınamaz. Ne yazık ki bireyin iradesini kullanma seçenekleri de 'geride kalmamaya' göre formatlandığı için, toplumda sevgiden çok şiddetin tohumlarını ekiyoruz.
Birbirine karşı en acımasız rekabet ise vasata kesinlikle şans tanımayan sanat alanında yaşanıyor. Dünyanın her yerinde, doruklarındaki 'en iyi rolü kapma' ihtirasını denetleyemeyen bir sanatçı kadar kendisine ve çevresine zarar verecek insan yoktur. Bunun en güzel örneğini izleyebileceğiniz Oscar ödüllü 'Siyah Kuğu'yu bu yüzden görmelisiniz. Mükemmel bir film...