Özlediğimiz 'sanat sezonu' açıldı ve biz de yorucu bir tempoya ayak uydurma seyriyle gece kuşları gibi etkinliklerin peşine takıldık.
Hoş, Büyükşehir Belediye Başkanımızın 'kültür başkenti' hedefine koyduğu, EXPO'yu kazanma ve turizm çıtasını yükseltme gibi iddiaların odağındaki İzmir'de 'sanat sezonu' lakırdısını duyunca içim cız ediyor.
Çünkü o sezon tüm yıla yayılmalı İzmir'de. Elbette sanat kurumlarının tatili olacaktır ama bu kent yaz boyunca kültür nadasına bırakılmayı içine sindirmemeli.
Şu küçücük Bodrum bile turizm açısından Türkiye'nin 'nazar boncuğu' olmakla yetinmeyip, Belediye Başkanı Mehmet Kocadon'un kentte kültür sanatı bütün bir yıla yayma çabalarıyla birçok festivale imza attı.
İstanbul ve Antalya'yı saymak bile istemiyorum. Kültür sanatta yanlarında köy gibi kalıyoruz.
***
Neyse, dönelim kendi çukurumuza...
Ben, 30 Eylül'de açılışını yapan 'Karşıyaka Opera ve Tiyatro Sahnesi'nde karşıladım yeni sanat yılını. Belediyenin geçen yıl tamamladığı ve bu sezon İzmir'de sanat yaşamına kucak açan sahnede, 'Usta Tınılar Oda Orkestrası' bir konser verdi.
İzmir Operası, Devlet Türk Dünyası Topluluğu, Senfoni Orkestrası, Devlet Türk Müziği Korosu ve Yaşar Üniversitesi Müzik Bölümü gibi farklı zeminlerden ortak bir mozaik yaratan 'Usta Tınılar Oda Orkestrası', farklı coğrafyalardan halk şarkılarımıza Türk ve Batı sazlarıyla evrensel bir kimlik kazandırıyor. Çok sesli olarak düzenlenen müzikler, opera solistleri tarafından seslendiriliyor ve böylece birçok türkümüz yabancılar tarafından da beğeniyle dinlenebilecek 'Batılı' bir form kazanıyor.
***
Usta Tınılar'da, şarkılarımızın Doğu ve Batı enstrümanlarına göre yeniden uyarlanmasını ve orkestra şefliğini Özge Usta üstlenmiş.
Karşıyaka'daki konserde o canım ezgileri, İzmir Devlet Opera ve Balesi solistleri soprano Aytül Büyüksaraç, tenor Fahri Önoğlu, bas Tevfik Rodos ve fagotçu Aşkın Usta'dan dinledik.
'Ah Bir Ataş Ver', 'Sarı Gelin', 'Bülbülüm Altın Kafeste', 'Yemen Türküsü', 'Beyaz Giyme Söz Olur', 'İki Keklik' ve 'Sabahın Seherinde' gibi değişik yörelerin türkülerini, arp, yaylı tambur ve bendir gibi Türk müziği sazlarının yanı sıra piyano, keman, viyolonsel, obua ve klarnet tarzı klasik Batı müziği enstrümanlarıyla harmanlamak elbette güzel tatlar ortaya çıkarmış.
Başta şakrılarımızın evrensel bir dile kavuşmasını sağlayan Özge Usta ve bizi değişik 'tınıların' zevkiyle buluşturan herkesin eline, ağzına sağlık.
***
Ama bir eleştirim var.
Müziğimizi çok sesli hale getirmek demek, o melodilerin duygusunu ve kimliğini yitirmesine yol açmak olmamalı.
Kimi eserlerin müziği öylesine ağırlaştırılmış, melodik yapısı öylesine deforme edilmiş ki, dinlerken 'ne kadar değişik çalıyor' demek yerine, 'acaba ne çalıyor' diye kulak kabartıyorsunuz.
O besteler çok sesli düzenlenirken, dinleyiciyi etkileyecek duygu atmosferinden uzaklaşılır ve notalar tanımadığımız bir kimliğe bürünmeye başlarsa işin kıymeti kalmaz. Çünkü bu durumda o 'yabancılık' duygusu, izleyicide bir antipati doğmasına yol açıyor.
Doğrusu bazı eserler seslendirilirken, arkada çalan müzikle arasındaki 'doku uyuşmazlığı' beni rahatsız etti.