Giriş Tarihi: 03 Temmuz 2013, 18:03
Yıllardır devletin sanat kurumlarındaki kadrolaşma hantallığı ve idari yapıdan kaynaklanan haksızlıkları en çok dile getirenler kimdi? Yine bu kurumların yöneticileri, rejisörleri, şefleri ve sanatçıları...
Peki olası bir düzenleme için, camianın görüş ve önerileri ile üzerinde mutabık kalınacak bir yol haritası belirlendi mi bugüne dek? Bu konuda çalıştaylar yapıldı mı? Sanat üretenlerin geniş bir tabanda fikir ortaklığı kurması ve birlikte hareket etmeleri sağlandı mı? Yoksa yukarıdan birileri başına buyruk davranarak, etrafımıza duvar örecek bir taslağın tuğlalarını mı dizdiler üst üste?
***
Zaten kendimi bildim bileli, tiyatro, opera bale ve orkestra sanatçılarının aldıkları maaş, prim, ikramiye ve dışarıdan çok 'rahat' sanılan çalışma koşulları tüm iktidarları rahatsız etmiştir.
Yetmemiş, çeşitli sanat kesimlerinden çatlak sesler, 'devlet tiyatroları kapatılsın', 'zarar ediyorlar', 'çalışmadan para alıyorlar' diyerek bu kurumlara karşı iyice diş bilenmesine yol açmıştır.
O da yetmemiştir! Bu bazı sanatçılar, arkadaşlarını, yöneticilerini, hatta her kademeden personelini karalayan, şikayet eden dosyalara boğmuştur genel müdürlükleri ve bakanlığı...
***
Yıllar önce film festivalinin kokteylinde karşılaştığımız ve beni tanıdığını söyleyen üst düzey bir Kültür Bakanlığı müsteşarıyla sohbete daldık.
Söz sanata yeterince değer verilmediğine geldiğinde, o bürokrat aynen şunu söyledi: "Asıl değersizliği, sanatçılar kendi yaratıyor. Bakanlığa gelen tenkit ve şikayet dosyalarını görseniz, inanamazsınız. Ayaklarına kurşun sıktıklarının farkında değiller!"
Meğer II. Abdülhamit'in jurnalcileri gibi, birçok insan hoşnutsuz olduğu, çekemediği, tartıştığı, beğenmediği kim varsa bakanlığa havale ediyormuş...
***
Kişisel husumetler bir yana, şikayetlerin en büyük gerekçesi, sorunlara çare üretmesi gerekenlerin zaten haksızlıkların başı olarak görülmesi değil mi?
Oysa idari konumdaki insanlarla konuştuğunuzda, onlar da düzelmesini arzu ettikleri her şeyin kemikleşmiş bürokrasiden kaynaklandığını dile getiriyorlar.
Kısacası kurumlar kavga dövüşle adı çıkan, herkesin birbirini yediği birer kaynayan kazana dönüşmüş senelerdir. Ve düğümü çözmek için elbirliği etmek yerine, herkes bir tarafından çekerek yumağı daha da karmaş dolaş etmiş...
***
Sonra o 'taslak' baskın gibi üzerimize çöktüğünde, ne kadar hazırlıksız yakalandığımızı gördük. Bu yasal düzenlemede istemeden pay sahibi olan genel müdürlükler de, sendikalar da, başta TOBAV olmak üzere sanatla ilgili tüm sivil toplum kuruluşları da nasıl bir taarruza uğrayacağımızı hiç fark edememiş!
Öyle bir 'taslak' ortaya atıldı ki, düzeltmek şöyle dursun sanatı tasfiyeye yönelik. Sonran Sanatçı İnisiyatifi, TOBAV ve panik ortamının doğurduğu bir sürü sosyal oluşumun direnişi ve tüm bunların Gezi protestolarıyla bütünleşmesi sayesinde,
ilk raundu taslağı 'erteletmekle' kazandık.
***
Ama tehlike geçmiş değil. Artık o yasal düzenlemenin saçtığı tehlikenin boyutları görüldü. Bir an önce, tüm bölünmelerin, kişisel tavırların, hırçınlıkların ve komplekslerin terk edilerek, tabanda tüm çalışanların temsil edileceği aktif bir platform yaratılmalı.
Bu girişimde TOBAV en büyük öncülüğü oynamaya adaydır. Ama tiyatro, opera bale ve orkestraların bünyesinde oluşmuş 'birbirinden kopuk' tüm dernek ve örgütleri içine alacak bir bütünleşmeden bahsediyorum.
'Sanatçı' tanımı ve özlük haklarının anayasal kimlik kazanması, kurumların gerçek bir özerkliğe kavuşması için şimdiye kadarki çalışmaların da özeleştirel bir boyuttan geçirilerek yeniden tasarlanması şart. Ki bundan sonraki ilk baskın sanat cephesinden gelsin!
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın.