Dahiliye Uzmanı Dr. Bülent Gürcan, "Can boğazdan gelir" atasözünün aksine, aşırı yeme içme ve buna bağlı ortaya çıkan fazla kilo sorununun sağlıklı yaşamın önündeki en büyük engellerden biri olduğunu söylüyor
Atalarımız her ne kadar "can boğazdan gelir" demişse de, uzmanlara göre modern hayatta sıkça karşılaştığımız birçok hastalığın baş sorumlusu şişmanlık. Diyabet ve yüksek tansiyonun bu hastalıklar arasında başı çektiğini belirten Özel Buca Gediz Tıp Merkezi'nden Dahiliye Uzmanı Bülent Gürcan, "Fazla kilolar bu hastalıklar üzerinde o kadar etkili oluyor ki, birçok hasta sadece ideal kilosuna dönerek ilaç kullanımını tamamen bırakabilecek noktaya gelebilir. Ancak bunu yapabilenlerin sayısı çok az" diyor. Dr. Bülent Gürcan'a göre Sağlık Bakanlığı, sigara bağımlılığı ile ilgili yürüttüğü kararlı mücadelenin bir benzerini şişmanlık ve kötü beslenme konusunda da uygulamalı. Dr. Bülent Gürcan'la kötü beslenme, diyabet ve hipertansiyon ilişkisi hakkında konuştuk.
-Kötü beslenme, diyabet ve yüksek tansiyon gibi hastalıklarda çok belirleyici rol oynuyor diyorsunuz. Kötü beslenme kavramını biraz açabilir misiniz?
Sağlıklı beslenmeyi kabaca belirli yiyecek gruplarından belirli ölçülerde tüketmek olarak tanımlıyoruz. Tabii ki burada hastalığa göre beslenmeden de bahsetmek gerekir. Örneğin hipertansif hastalarda tuz kısıtlaması gibi.. Kötü beslenme kavramında en çok üzerinde durduğumuz, hastaların aşırı kilolu olması. Bu hastalar çalışan kesimden ziyade daha çok ev hanımları olarak karşımıza çıkıyorlar ve hamur işleri, aşırı ekmek ve özellikle de beyaz ekmeği ve şekeri aşırı tüketiyorlar. Hipertansif hastalarda da tuzun aşırı tüketildiğini görüyoruz.
-Tuz kısıtlaması çok iyi anlaşılmayan bir konu değil mi?
Maalesef. Tuz kısıtlaması dendiğinde hasta sadece yiyeceklere tuz ekmemeyi anlıyor. Oysa sadece yemeğe, evde yapılmış salça koymak bile tuzlu beslenmek demek. Bunun dışında en çok tüketilen yiyeceklerden biri zeytin ve peynir. Bunların da özellikle tuzsuz olanını öneriyoruz.
-Hipertanseyonda tuz niçin kısıtlanıyor?
Tuz aynı zamanda vücutta suyu da tutan bir madde. Tuz tüketen bir hastanın susaması söz konusudur. Su ve tuzun fazlaca tüketilmesi vücutta dolaşan kan hacmini olumsuz etkiliyor. Böbrekler belli bir miktarda tuzu suyla birlikte atıyor ama fazla tuz vücutta kaldığı sürece suyu da tutuyor. Dolayısıyla vücutta kan hacmi artmış oluyor. Hipertansiyonda da vücutta dolaşan kan volümü çok önemlidir. Bu nedenle hastalara tedavide diüretik (idrar söktürücü)ilaçlar verilir. Siz tuzu fazla miktarda alarak tedaviyi olumsuz etkiliyorsunuz çünkü vücut tuzla birlikte fazla suyu da tutuyor ve bu da tansiyonun yükselmesine neden oluyor.
Tansiyon tedavisinde tuz kısıtlamasının hayati önemi var. Örneğin bilgilerimize göre Eskimolar tuz yemeyen bir toplumdu ve hipertansiyon diye bir hastalığa hiç rastlanmıyordu.
ALIŞKANLIKLAR DEĞİŞMELİ
-Eskimolarda yağlı balık tüketimine rağmen kalp damar hastalıklarına da rastlanmaması bir başka ilginç bulgu değil mi?
Bunda da omega 3'ün olumlu etkisi var. Ama bu bulgu aynı zamanda bizi tüketilen yağın niteliği bakımından da düşünmeye sevk ediyor.
Örneğin Hollanda gibi ülkelerde koroner kalp hastalıkları çok fazla görülüyor. Bu ülkelerde aşırı yağ ve aşırı kırmızı et tüketildiğini görüyoruz. Özellikle Hollanda'da tereyağı çok tüketiliyor. Demek ki sağlıklı olan yağ türlerini tercih etmemiz gerekiyor. Sağlıklı yağlar; zeytinyağı, ayçiçeği, mısır özü yağı gibi bitkisel kaynaklı sıvı yağlardır. Margarin türü yağları ise önermiyoruz. Her ne kadar bitkisel yağlardan da yapılsa bazı reklamlar aracılığıyla çok kötü bir beslenme tarzı empoze ediliyor.
-Şişmanlık diyabet ve hipertansiyonda ne derece etkili bir faktör?
Şişmanlık bu hastalıklarda son derece etkili. Öyle ki hipertansif hasta ideal kilosuna indirilebilirse, verdiği her 5 kiloya karşılık, tansiyon değerinde aşağı yukarı 1 cm civa kadar düşme sağlandığı tespit edilmiş.
Çoğu hastada belki de hiç ilaç ihtiyacı olmadan, yalnızca diyetle tansiyonu kontrol etmek mümkün olacak ama maalesef hiçbir kilolu hastada bu hedefe ulaşamıyoruz.
-Neden?
Alışkanlıkları değiştirmek kolay olmuyor çünkü. Örneğin hanımların birtakım ev toplantıları düzenlemeleri, gerek bu ortamlarda gerekse ev halkına yönelik yağ ve unla yapılan yiyecekleri daha fazla üretmeleri ve tüketmeleri... Bir de bu yiyecekler daha ucuz tabii ki. Ama asıl neden sağlıklı beslenme bilincinin olmaması. Televizyonlarda sağlıklı beslenme bilincini artırmaya yönelik programlar yok mesela. Bütün ailenin televizyon izlediği akşam saatlerinde bu tür bilgilerin halkımıza verilmesi çok yararlı olur mesela.
-Siz hekimler hastalarınıza birebir anlatıyorken sonuç alamazken televizyon programlarıyla bu sağlanabilir mi?
Biz birebir anlatıyoruz ama kaç kişiye ulaşabiliyoruz bunu yaparken.
Sigara konusunu düşünün. Bakanlık bu konuda çok kararlı bir duruş sergiledi ve çok olumlu sonuçlar alındı. Sağlık Bakanlığımız beslenme konusunda da benzer bir tutum sergileyebilir ve doğru mesajlar tekrar tekrar vurgulanırsa etkili olur diye düşünüyorum.
-Bir diyabet hastasının kilo vermesi, tansiyonda olduğu gibi olumlu sonuçlar verir mi?
Mutlaka. Son yıllarda karşımıza sıkça çıkan "metabolik sendrom" dediğimiz bir bozukluk var. Fazla kilo, yüksek trigliserit ve kolesterol değerleri, insülin değerlerinde yükseklik ve kan şekerinde meydana gelen birtakım bozukluklar, metabolik sendrom tablosunu oluşturuyor.
Metabolik sendrom, diyabetin ve kalp damar hastalıklarının hazırlayıcısı olarak da düşünülebilir. Metabolik sendromun tedavisinde de diyet çok önemli. Sağlıklı diyetle kilo vererek hem kan yağlarında olumlu değişiklikler elde ediyoruz hem de insülin direncinde azalma oluyor.
Çünkü yağ dokusu, insülin direncinin oluşumunda en başta gelen faktör olarak gösteriliyor. Kilo verince insülin direnci de düşüyor, çünkü insülin salınımı azalıyor. Aslında bu çok kötü bir kısırdöngü. İnsülin salınımı arttığında hastalar çok acıkır ve çok yerler. Yedikçe obezite artar. Obezite arttıkça insülin direnci artar. İnsülin direnci arttıkça hastada kan insülin düzeyi yükselir ve hasta daha çok açlık hisseder ve daha çok yer.