Yalnız kalmayı severim. Bırakılmayı değil. Seçilmiş yalnızlıklar, insanın sahip olabileceği en büyük lükstür. Eğer yalnızlık sizin seçiminizse ve işin içinde yenilmişlikler, bıkkınlıklar, küslükler yoksa, insana ve aktiviteye doymuşsunuz, demektir. Bundan daha güzel şey olabilir mi?
Enerjik ve sosyal insanlara her zaman sempati duymuşumdur. Ancak bu konunun da marjinalleri vardır. Günün ilk anından başlayarak her dakikasını yeni heyecanlar, keşifler ve başka başka bedenler giymiş
ruhların peşinde koşarlar.
SORUN SİZDE DEĞİL
Sorun, bunlardan bazılarının normalde çok da keyif almayacakları kişileri boşluk anlarında kendilerine yar etmelerinden kaynaklanır. Onlar, çok konuşurlar. Muhataplarının konuşkan olup olmamasını da dert etmezler. Biri dikkatle kendilerini dinlesin, arada başını sallayıp hıı hıı desin, yeter. Size söz hakkı
da verir, yalandan bir soru yöneltirler, keriz uyanmasın, diye... Siz tam cevabı verdiniz yarım yamalak, hemen sözünüzü kesip, 'Bırak ya, o bi şey mi? Bak, bunu dinle!' diye, iştahla bir anılarını anlatmaya başlarlar. Size sordukları sorunun bir amacı da, anlatmak istedikleri şeye giriş faslını sizin yapmış görünmenizdir. Sözünüz kesildiğinde öyle çocukça bir yarıda bırakılmışlık hissi gelip yapışır yakanıza ve kendinizi kandırılmış bir çocuk gibi hissedersiniz. Oysa sorun sizde değildir, sorun, karşınızdaki dışavurum hastasının kafasının içindedir.
Bu tip insanların susmamacasına konuşmasının, sizin söyleyeceklerinize ilgi duymaması ya da değer vermemesinin sebebi siz değilsiniz ve asla siz olmadınız. O, sözcüklerin gürültüsü ardına bir yalanı gizler. Bir yalandır kendisi, anlattıklarının çoğu gibi! Hoş, anlattıkları doğru olsa da benliği yalandır. Kendisini ancak sizinle ifade edebilecek bir kurmacadır. Asla yalnız kalamaz. Çünkü eğer yalnız kalırsa, kendisine anlatacak bir tek doğru hikaye bulamamaktan korkar. Kendi anlatacaklarına sallanacak bir kafa bulamazsa, halet-i ruhiyesinin hiç indirilmeden sallanacağı gerçeklik salıncağına bindirilmekten korkar.
RUHLARIN AVCISI
Hayatın her alanında meydan okumazsa, meydanın boş kalacağından korkar. Nasıl azılı zamparaların bir çoğu, şüphe duyduğu erkekliğini sürekli kendisine hatırlatacak yeni bedenler ararsa, o da gerçekliğini kanıtlayacak, uzayda kapladığı yeri sürekli onaylayayacak ruhların avcısıdır. Onun korkusuz görünen hayatını, hiç bitmez kabuslar yönetir.
Bu sebeplerle yalnız kalamaz.
Sessizlikte büyür insan, büyür de büyür. Sessizlik öyle bir mercektir ki, güzel olan büsbütün güzel, çirkin olan hepten çirkin, boş olan bir kara delik olur altında. Sessizlik merceğinde büyüyen, yalnızlık ortamında yetişen suçlu ve ezik özgüven çiçekleri, bir sarmaşık olup kaplar bedenini. İç sesler bir çığlık olur hafıza labirentlerinde. Kendi kendine kalamaz. Kendisiyle paylaşacak bir hobisi, kendisine ikram edecek bir bardak suyu, kendisini yatıracağı bir döşeği yoktur. Yürüyen bir midedir. Eğer kendisini sizinle dolduramazsa, boş kaldığında benlik asiti, özvarlığını eritir, yeyip bitiriverir.
YANLIŞ ARAMALAR
Böylelerini tanıyorsanız, yürüyüp uzaklaşın. Söküp atın hayat cidarlarınızdan. Sizinle paylaşacak birini bulun. Duyguların uzantısı olan sözcükler ve kavramlar da çok lezzetli, aynı ölçüde yaşamsaldırlar ve aynen bir ekmek gibi bölünüp paylaşılabilirler, daha da önemlisi, paylaştıklarında eksilmezler.
Harcanacak, feda edilecek, beleş dakikalarınız varsa, benzer yüzlercesini bulabileceğiniz böyle biriyle olun ve o, her yöne, sınırsız, özgürce konuşsun. Benliğini çoğaltsın, yaysın sizinle. O zaman anlayacaksınız ki, o gittikten sonra hastalığı size geçmiştir. Artık siz eksik, değersiz hissediyorsunuzdur ve yalnız kalamıyorsunuzdur.
Bu hastalık ilişkilerin seyrini de etkiliyor. Geçtiğimiz günlerde usta oyuncu Yetkin Dikinciler, verdiği bir röportajda, gerçek aşkı bulmak isteyen insanın öncesinde yalnız kalabilmesi gerektiğini söylemiş. Dikinciler'in bu sözünün altına imzamı atarım! Gerektiğinde yalnız kalabilen insan bilgeleşir. Hem kendini tanır, hem de gerçek eşini bulana kadar sabrederek sırf yalnız kalmayayım diye olmayacak birine alışıp ömrünü heba etmez... Unutmayın; Sürekli yanlış aramalarla meşgul edilen telefonu, doğru kişi de düşüremez.
Yılbaşında eğlenemeyenlerden misiniz?
Yılbaşında yoğun olarak girilen o eğlenme beklentisinden nefret ediyorum. Eminim bazılarınız benim bu tuhaf görüşüme katılacaktır. Benim favori günüm, beklentinin düştüğü 1 Ocak'tır. Oysa yılın en beklenilen gecesi böyle midir? Zaten çoğunlukla en kötü planı yaparız. Muhtemelen en sevdiğimiz mekana gider (dolayısıyla bildik bir mekandır), en sevdiğimiz arkadaşlarla olur (eh, onlar da bildiğimiz tiplerdir tabii) o belli mönüyü tadar (yılın hiçbir zamanında yenmeyen ve eti pek de makbul olmayan kestaneli hindi ile iç pilav ikilisi) ve hep ayn parçalarda dans ederiz.
ZORRO GİBİ
Hele en kötüsü gece yarısına beş kala yaşananlardır. Yılda bir kez ışıklarını yaktığımız çamın altında (tüm silahları kuşanmış vaziyette) başımızda deli külahları, ağzımızda düdük, gözümüzde aptal karton maskelerle zorro gibi geri sayımı bekleriz.
Bu yıl da öyle oldu. Bir anda ortama yabancılaştım. Kendi kendime, ne yapıyorum ben burada, diye sordum.
Galiba hayatımızdaki alışkanlık ve ritüellere öyle bağlıyız ki hayatın sürprizlerine en ufak bir gedik bile bırakmıyor, çoğumuz o anda hiç tanımadığımız bir yerde olmayı hayal bile edemiyoruz.
Söz gelimi benim en heyecanlı yılbaşım, öğrenci zamanımızda arkadaşım Koray'ın benzini biten arabasını Ankara'nın soğuğunda iterken girdiğimiz yeni yıldır. Tanıdık şeyler sıcak ve güvenilirdir ama risksiz şeylerin eğlenceli olacağını kim söylemiş?