Her sabah yataktan aynı sermaye ancak farklı yatırım istekleriyle, heveslerle kalkmak, insan olmanın en önemli özelliği ve laneti belki de...
İçinde kocaman bir delikle uyanmak... Nasıl ürkütücü bir his, değil mi? Öyle kocaman bir kara delik ki bu, bırakın başkalarını, verseniz evrenleri yutacak! İnsan olmak iştahtır. Sınırsız, tatminsiz, kahredici, kör edici bir ihtiyaçtır. Tabağın dibini sıyırmaktır ekmekle. Sigaranın izmaritine de ilgi göstermektir.
Oysa bir kedi olarak uyansan... Her gün dolu bir çöp tenekesi ya da her Allahın günü aynı besleyici mama, canın istediğinde okşayacak bir el, bir ısı kaynağı (bir odun sobası yeter, marka ayırmaz kedi), genini aktaracağı bir karşı cins nene yetmiyor? Oysa insan olmak, karmaşadır. Kaosun çocuğudur insan. Egosu pac man'dir, önüne ne ya da kim çıkarsa o kocaman ağzı ve dinmek bilmeyen iştahı ile ham yapar. Ne zaman ki o şişkin egodan herkes kaçar olur ve kalmaz çevresinde kimse, işte o zaman kendi kendini yutmaya yeltenir.
Hiçbir erkek, Angelina Jolie beni ne yapsın, diye düşünmez. İster. Hak iddia eder kendinde. Durup da aynaya bir bakmak gelmez aklına. Hiçbir kadın, belli markalara ait ürünlerin özelliğinin sadece bir zümreyi diğerlerinden ayırmak olduğunu düşünmez. Bir aylık kazancını vereceği Jimmy Cho ayakkabıyı -herşeye rağmen- alırsa, yaşamındaki diğer öğelerin ayakkabıyla ciddi bir protokol ayrımına gideceğini tasavvur etmez. Başkalarını kandırmak adına kendini kandırıp durur.
Bilhassa ilişkilerde böyledir durum. Her gün sokaklarda elimizde bir hazır elbise ile dolanıp dururuz. Hayalimizdeki kişiye ait olan bu elbiseye göre adamlar/ kadınlar bakarız kendimize. Her tanıştığımız kişiyi göz kararıyla elbiseye uydurur ve öyle başlarız o ilişkiye. Oysa ki karşımızdaki kişi topuklu ayakkabılar giydiği için normalden uzun gözükmektedir tanıştığımızda. Belki karnını içine çekiyordur, fit görünmek adına. Ya da aklımızın ucundan bile geçmez, elimizdeki kıyafetin o kişinin gırtlağını sıkıp sıkmayacağı... Hepimiz bir parça yaparız bunu. Ama en çok kadınlar yapar. Romantizm denen gözlüğün en büyük kusuru herşeyi olduğundan büyük göstermesidir. Aslında görmediğimiz kusurların pek azı karşımızdakinin illüzyonundan kaynaklanır. Çoğu, bizim marifetimizdir. Bir gün olsun, dikiş öğrenip, elimizdeki hazır kıyafeti adayımıza göre adapte etmeyi bilmeyiz. Kollarını biraz kısaltıp, belini biraz açmayı, belki paçalarını uzatmayı akıl edemeyiz. Zor gelir. İsteriz, ama tadilatsız isteriz. Şıp diye otursun üstüne, isteriz. Baktık olmuyor, baktık o ilişkiye/ elbiseye emek verecek takatimiz yok... Adamı göndeririz fitness salonuna, uysun diye elimizdeki elbiseye! Diyelim adam uyumlu, sevmiş de seni. Gidecek yani spor salonuna... Ama bedeni halletmekle bitiyor mu iş? Kolları/ bacakları nasıl uzatıp kısaltacaksın? Bütün bunların sonunda başına iki şey gelir ... Birincisi, pantalon bu zorlamayla patlar, kahramanının kıçı açıkta kalır. İkincisi mi? O beden ölçüsüne sığmayan kahraman daralır, günün birinde nefes alamaz olur. Başlarım bunun elbisesine de bilmemnesine de, diye toplar tası tarağı, düşer yeni bir maceranın ufkunda yollara...
Ey insanoğlu! İstediğin ölçülere göre birini yaratacak teknoloji yok henüz dünyada. Diyelim ki sen buldun o teknolojiyi, yaptın yatırımını! İyi, güzel. Peki, sonuç? Başkalaştırdığın, sınıf atlattığın o karşı cins, sadece eski eksik haliyle sana geldiyse? Artık seni eskisi kadar beğenecek mi? Bu sefer sen sığacak mısın onun hazır elbisesine? Eğer yoğun bir minnet duygusuna köle olmadıysa, bu sefer aynı işkenceye sen maruz kalmayacak mısın? Aynı eğitimlerden sen geçmeyecek misin?
Bırakalım hazır elbiselerimizi çocukluğumuzun dolabına da, terziliği biraz öğrenelim asıl! Bu dünyadan gerçekten hak ettiklerimizle, payımıza düşenlerle mutlu olmayı öğrenelim. Önce kendimizi tanıyalım, bilelim. Unutulmasın ki, her gün aynı sermayeyle olsa bile yeni deneyimlere sahip biri uyanıyor yaşama. Ve karşısına çıkan/ çıkarılan her aday, aslında o anki ihtiyacından ne bir gram fazlası, ne de eksiğidir.
Sakın, ben bu adamı/ kadını hak ediyor muyum, diye düşünmeyin. Ağlamayın, dövünmeyin. O an kimle beraberseniz, hak ettiğiniz kişi odur. Siz değişene, kendi ederinizi maddi ve manevi anlamda yükseltene, önünüze konan tüm sınavları birer birer geçene kadar. Henüz bir prensle karşılaşmadıysanız, bu sadece yeteri kadar kurbağayı öpmediğiniz içindir. Yok, yaşam kurbağalar arasında geçip de son buluyorsa, gölün yüzeyindeki aksinize bir bakın ve itiraf edin: Karşınızdaki görüntü bir prensese mi ait, yoksa bir kurbağaya mı?
Sevgilin 'Yetenek Sizsiniz' yarışmasına katılmak isterse izin verir misin?
Kızlarsoruyor.com sitesinden ilginç bir soru! Yanıtlar aracılığıyla insan tiplerimize bakalım...
Rezil olacaksa katılmasın, arkadaş! Ama yetenekliyse veririm gazı..(Fırsatçı)
Türk tipi bir soru! Karı koca ilişkisi dahi bir insana eşine izin verme ya da yasak koyma hakkı vermez. Eğer isterse boğaz köprüsünü kaplumbağa adımlarıyla geri geri yürüme yarışmasına da katılabilir. Varlığına ve kararlarına saygı duyarım. Fikrimi sorarsa beyan ederim tabii: 'Tatlım dikkat et, maymun ederler seni! İyi düşündün mü?' (Avrupalı zihniyetli, liberal)
Katılsın yahu, n'olcak! Seviyorum onu. İçinde kalmasın, şansını denesin. Rezil olursa beraber güleriz...(Medeni, özgüvenli, mizah duygusu yüksek)
Yeteneklisi beni bulmaz! Çıkıp da kendini de beni de madara etmesin! (Pesimist, özgüveni düşük)
Paşa gönlü bilir. Ben de Esra Erol'da evlen benimleye katılırım bu durumda. (Özgürlükçü görünümlü kıskanç)
Herhalde bunu yapacak kişi benim sevgilim olamazdı. (Kibirli, muhafazakar)