• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • Namaz Vakitleri
  • VavTv Canlı Yayın
Acun’a yeni format HAKAN URGANCI

Acun'a yeni format

hakan.urganci@yeniasir.com.tr Tüm yazıları
Giriş Tarihi: 01 Eylül 2012, 18:01
Sevgili Acun Ilıcalı, biliyorum bu köşeden zaman zaman çok takılıyorum sana...
Hoş, biliyorum, umurunda da değil ama olsun, ben yine de söylemem gerekeni söyleyeyim de içimde kalmasın. Taşlamalarım meyve veren ağaç taşlanır misali. Hem daha çok sana değil, sanalı ve kurguyu gerçeğe yeğ tutan halkımıza senin kanalınla göndermedir. Satın aldığın program formatlarının başarısıyla, yatınla katınla, sıfırdan bir yere getirdiğin isimlerle ve parlattığın sönmüş yıldızlarla çok konuşuldun ve konuşulacaksın daha da. Hak ediyorsun çünkü...
Yalnız gel bir sefer de amme hizmeti yap be güzelim! Hazır yeni yayın dönemi de başlarken; tamamen yeni bir formatla (ki ismi de yayın hakları da sana hediyemdir) bu kez de eğlendirmeye değil, bilinçlendirmeye hizmet etsen, eline mi yapışır?
Alışık olduğun tarzda, yine bir yarışma programı formatı bu!
Jüriye Uğur Dündar, Saadettin Teksoy, Ahmet Vardar ve Kadir İnanır'ı öneririm.
Yarışmacılar ülkenin her yerinden seçilecek. Bölge elemesi yapmaya da gerek yok. Gündemi takip et. Pisliği en bol olanları seç, yeter...
Müslüman görünüp siyaseten bir yerlere gelebilmek amacıyla facebook'ta hangi camide olduğunu işaretleyen, hatta kurum mescitlerinde çaktırmadan kimliğini düşürmüş gibi yapan memur ve bürokratı,
ev ve cep telefonlarını sürekli çaldırıp bize telesekretere kayıtlı reklam mesajları ile işkence yapan şirket sahiplerini,
lanet olası işini bulmak için araya sokmadığı adam bırakmayan, buna rağmen o lanet olası işi sevmeden yaptığı için vatandaşa eziyet çektiren çalışanları,
İlaç şirketleriyle yaptığı anlaşmalar gereği promosyon tatil gezileri kazanabilmek için belli bir marka ilaçtan kutu kutu yazan ve vücudumuzu gereksiz ilaç çöplüğüne çeviren doktorları, kaldırım taşları ile yolunu bulan, ama musalla taşına geldiğinde yatacak yeri bile olmadığını anlayacak olan belediye başkanlarını,
Ve daha nicelerini...
Ancak en önemlisi, bayram gününü kan gölüne çeviren teröristi...
Topla, yarıştır programında. Tüm maharetlerini sergilesinler, en kötüsünü seçelim. Ödüle/ cezaya yüce Türk milleti sms'leri ile karar versin. Ne dersin, olmaz mı?
Efendim? Yarışmanın adını mı unuttum? Hiç unutur muyum canım, o da hazır...
ŞEREFSİZSİNİZ TÜRKİYE!

Süper kahramanlar Amerika'nın gladyosu mu?

Amerikan sineması, son on yılında ya yeniden çevrimlere yöneliyor ya da bilinen efsaneleri baştan yazıyor. Bunu yaparken de günümüzün gerçekçilik anlayışından yola çıkarak süper kahramanları yaralanabilir, acı çekebilir hale getiriyor. James Bond ya da Batman işkence görüyor. Yeniliyor, aşağılanıyor. Batman serisinin son filmi olan 'Kara Şövalye Yükseliyor'da yönetmen Christopher Nolan'ın yaptığı da farklı bir şey değil...
Filmde hem komünist hem de terörist (!) bir grup ayaklanıyor. Bu sayede işi bırakmış, dünyaya küsmüş, hatta sakat kalmış olan Batman, ayaklanıp jandarmalık işine kaldığı yerden devam ediyor. Buradaki ince Amerikan eleştirisini görmemek için Amerika'yı tanımıyor olmak gerek. Özellikle soğuk savaş dönemlerinde, komünist tehlikeye karşı yaratılan o süper kahramanlar, bu dönemin sona ermesinin ardından tasfiye edildiler. Nolan da diyor ki, kahramanlara bu milletin ihtiyacı varsa, üretir. Çünkü bizim karanlık kahramanlar çıkarmamız için düşmana ihtiyacımız var... Ne kadar doğru! Milletlerin zaman zaman planlarını uygulayabilmek için, dosttan çok 'üretilmiş' düşmanlara ihtiyacı var.
Yine başa dönersek, ben süper kahraman filmini heyecanlanmak için izlerim. Ümitlenmek için izlerim. İçimdeki çocuğu beslemek için izlerim. Kahraman polisin alkol problemleri, örümcek adamın gençlik sancıları, James Bond'un sevgilisinin yası falan beni ilgilendirmez. Bütün bunlar, ayrı bir türün konusudur.
Bu gerçekçilik akımından Mustafa Kemal de nasibini almıyor mu? Her ulusal kahraman gibi o da 'insan' yönleriyle anlatılma maskesi altında çürütülüyor, tartışmaya açılıyor, içi boşaltılıyor. Elbette o da tüm toplum önderleri gibi sancılı bir psikolojiye sahipti. Onun da hataları, zaafları vardı ama bunların ne amaçla kullanıldığı önemlidir. Kahramanlar toplum tutkalıdır. Bizi bir arada tutan sobalardır onlar. Umudun heykelleridir. Yıpratılmaları son tahlilde bir toplumu çözebilir. O heykellerin hepsini iyi niyet gerekçeleriyle yıkmaya kalkarsak, inanın molozların altında kalan sadece umut, sadece çocukluğumuz olacak.

Sessiz sedasız bir

Müşfik Kenter. TRT'deki ilk röportajlarımdan biriydi... Öyle bir ustadan böylesine mahcup, öylesine mütevazı bir adam nasıl çıkar? İyi bir konuk değildi, o sadece işinde bir devdi. Zira iyi bir konuk olmak biraz şov işiydi. Oysa o gösterişten o kadar uzaktı ki. Sorularımı en fazla birer cümleyle yanıtladığı için program devam etsin diye 70 soru filan sormak zorunda kalmıştım, nur içinde yatsın. Bugünün çok gürültü çıkaran panpişlerinden, içi boş tenekelerinden çok farklıydı. O, bir buğday başağı gibiydi. İçi dolu olduğu için başı eğikti...

Yürüyen ölüler

Endonezya'nın Güney Sulawesi Bölgesi'nde "Ma'nene" olarak adlandırılan ritüel, tüylerimi peluş gibi yaptı. Bölgede yaşayanlar, her üç yılda bir ölülerine olan saygılarını göstermek ve onları onurlandırmak için mezarları açıp çıkardıkları ölü akrabalarının üzerine yeni giysiler giydiriyor, sonrasında da, ölülerini kasabanın etrafında "yürütüyorlar"mış. Ne diyelim, dua edin Türkiye'de yaşıyorsunuz. Ya Endonezyalı olsaydınız ve hayırlı (!) evlatlarınız olsaydı? Allah 'Yürü ya kulum!' demez miydi?



Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.