Acun Ilıcalı, 500 bini verememenin sıkıntısını yaşıyor ne zamandır; çünkü izleyici, bir süredir bu büyük ikramiyenin kimseye çıkmayacağını, ortada bir oyun döndüğünü dile getirmeye başladı. Sonuçta izlenme oranları düşmeye başladı.
Bu inanç, hem yapımcı hem de sunucu açısından kaos...
Çünkü bu tür yarışmalarda güven, en önemli unsur.
Ancak, bu olası "sorunu" aşmak için, "yönlendirme" yoluna girmek de, sıkıntıyı ikiye katlıyor.
Ve bunu da Acun Ilıcalı gibi deneyimli bir televizyoncu yapınca, yarışma başka bir seyre doğru gidiyor.
***
Peki nedir bu yönlendirme?
Acun, bir erkek yarışmacı, kutusundaki 500 bini kazanmak yerine, Hamdi Bey'in 120 bin liralık teklifin kabul edince, şöyle bir yargılamaya gitme gafletinde bulundu:
"Ben Var Mısın Yok Musun'da bayanlardan birisi kazanacak 500 bini diyorum. Doğru da söylüyorum. Çünkü beylerimiz bir türlü riski alamıyorlar. Bir gün buraya deli dolu bir bayan gelecek ve 500 bini alacak diye düşünüyorum."
***
Ve o deli dolu bayan pazar akşamı konuk oldu, ardından hüzün de... Çünkü, onun da dramatik bir öyküsü vardı; ev almak istiyordu her şeyden önce, sonra da hasta kızını tedavi ettirmek...
Yarışmaya kötü başladı ama sonra şansı açıldı. Sona kadar geldi, bir tarafta 500 bin vardı, birinde 100 lira...
Eşi, çocukları, Hamdi Bey'in 112 bin liralık önerisini kabul etmesi için, yarışmacıya adeta yalvardı.
Ancak o, hem Acun'un, "500 bini kadınlar alacak" iddiasına kapıldı hem de çok para kazanmanın büyüsüne...
Delice bir cesaretti onunkisi, kutusuna gitti. Sonuçta, 100 lira çıktı.
***
Acun Ilıcalı çok iyi, çok başarılı bir sunucu... Çıkan her yarışmacının, en büyük ikramiyeyi kazanmasını "deli gibi" istiyor.
Ancak cesareti, açgözlülükle biçimlendirme hatasına düştü. Bu yüzden, o sözünden sonraki ilk kadın yarışmacı, eline gelen büyük fırsatı kaçırdı.
Acun, bir Türk'le yarıştığını unuttu.
Yarışmacı da kendisine yetenle, yetinmedi; hava aldı.
SÖZÜN ÖZÜ
Affetmek ve unutmak, iyi insanların intikamıdır.
Schiller
Affetmeyi öğrenmek
Bir lise öğretmeni, derste öğrencilerine bir teklifte bulunur: "Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?"
Öğrenciler tereddütsüz kabul ederler.
"O zaman bundan sonra ne dersem yapacağınıza söz verin. Şimdi yarın ki, ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz."
***
Öğrenciler bu işten pek bir şey anlamamışlardır. Ama ertesi sabah hepsinin sıralarında patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilere şöyle der öğretmen:
"Şimdi, bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın. O kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun."
***
Bazı öğrenciler torbalarına üçer beşer tane patates koyarken bazılarının torbaları neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen, kendisine peki şimdi ne olacak der gibi bakan öğrencilere ikinci açıklamasını yapar:
Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde, hep yanınızda olacaklar.
***
Aradan bir hafta geçmiştir. öğretmenleri sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar: "Hocam bu kadar torbayı her yere taşımak çok zor", "Hocam patatesler kokmaya başladı", "Vallahi insanlar tuhaf bakıyor artık bana", "Hem sıkıldık, hem yorulduk"...
Öğretmen gülerek öğrencilerine şu dersi verir: "Görüyorsunuz ki , affetmeyerek asıl kendinizi cezalandırıyorsunuz. Kendinizi ruhunuzda ağır yükler taşımaya mahkum ediyorsunuz. Affetmeyi karşınızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyorsunuz. Halbuki affetmek en başta kendinize yaptığınız bir iyiliktir.
Sanatçı ilkeli olmalı
Sumru Yavrucuk, hem oyunculuğu hem de kişiliğini çok sevdiğim bir sanatçı...
Söylediği her söz, dikkat çekici, büründüığü her karakter, bizden biri...
Öylesine sanatla, sanatçıyla, toplumla iç içe bir oyuncu.
Prensipleri olan, ilkelerinden ödün vermeyen, iyi örnek olmaya çabalayan bir düşün insanı Sumru Yavrucuk...
***
Geçen akşam bir televizyon programında hayata ve mesleğine bakışını çok iyi özetlemiş Yuvrucuk, örnek olmaya da özen göstererek:
"Şanslı bir kulum. Hayatımda en çok yapmak istediğim şeyi yapabiliyorum. Böyle bir şey sunuldu bana. Ben de bunu sonuna kadar sürdürmeye çalışıyorum. Benim de misyonum bu. İnsanlar başarılı olmayabilir hayatta ama sanatçının o noktada özel bir alanı vardır ve özelliği vardır. Yazdığı mektup bir şekilde biriyle buluşur. Bu nedenle de herşeyi söylemek yerine yaptığımız işle göstermek ve beğeni kazanmak da hayata gelme amaçlarımdan biri diye düşünüyorum."
***
İşte bu kadar.
Sanatçının topluma açılan penceresi de budur işte; para uğruna toplumu yanlış yönlendirmek değil...