Dünde yazdım, ortada tuhaf ötesi bir durum var. Garip şeyler oluyor Türkiye'de. Özel yetkili savcılar kendi amirlerinden yaptıkları işi gizliyorlar. Koca koca başsavcılar gazetecilerin önünde zor anlar yaşıyor. Belli ki bağlı oldukları İçişleri Bakanlığı'nı ve hükümeti takmayan istihbaratçı polisler var ve bunlar olayın açığa çıktığı günün sabahı hükümet kararıyla görevlerinden alınıyorlar. Bütün bu tuhaflıklar bununla da bitmiyor. Meclis'in çarşamba günkü içtüzük gündemli oturumu bence siyasi tarihimizin en ayıplı görüntülerini taşıdı Türkiye gündemine. CHP ve BDP ittifakı ilk kez en somut halini aldı ve bu iki partinin milletvekilleri birlikte TBMM kürsüsünü işgal ettiler. Kürsü işgali bütün demokrasilerde sembolik olarak çok kötü bir eylemdir. Siz özgür kürsüyü işgal ediyorsanız, parlamentoyu kuran halka hiçbir saygı beslemiyorsunuz demektir. Üstelik CHP'liler bununla da yetinmedi, Meclis Başkanı Cemil Çiçek gibi saygın bir siyaset ve devlet adamına yapılabilecek en çirkin davranışları sergilediler. Cemil Çiçek hatalı kararlar vermiş olabilir, ancak CHP grup başkan vekili olan şahsın ağzından çıkan bayağı sözlerin hiçbirini hak etmiyordu. TBMM'nin mehabeti dün CHP tarafından bir kez daha ayaklar altına alınmıştır.
***
Gelelim asıl meseleye. Çarşamba günü Ankara'da herkes "şimdi ne olacak?" sorusunu soruyordu bir birine. Ne olacağı dün belli oldu. MİT yöneticileri savcıya ifade vermeye gitmeyecekler. Üstelik bu kararın Başbakan'ın emriyle alındığı medya aracılığıyla açıktan duyuruldu. Bunun anlamını merak edenlere ben açıkça söyleyeyim: Anlaşılıyor ki Başbakan Erdoğan bu girişimin altında bir kötü niyet, bir siyasete müdahale çabası tespit ediyor ve tedbir almaya hazırlanıyor. Önümüzdeki günlerde özel yetkili savcıların durumunu yeniden belirleyen bazı kanunların Meclis'ten çok hızlı bir biçimde çıkması kimseyi şaşırtmasın. Eğer hükümet kendine yönelik bir müdahaleyi tespit ederse doğal olarak ya yürütmenin imkanlarını kullanacaktır ya da Meclis üzerinden tedbir alacaktır. Ancak bizim hala çözemediğimiz karanlık noktalar ortada duruyor. Bu gelişmenin anlamı ne, hala tam olarak bilmiyoruz. Devlet içinde bir iktidar paylaşımı sorunu mu var, onu da tam bilemiyoruz. Bildiğimiz bir şey var, bir güç Türkiye'nin kendi sorunlarını kendisinin çözmesini istemiyor.
***
Türkiye çok önemli günler yaşıyor. Bir taraftan 900 km. sınır uzunluğu olan bir komşu ülkede Türkiye'yi doğrudan etkileyen olaylar yaşanıyor, diğer taraftan Türkiye yeni bir anayasa yapmak suretiyle yeni Türkiye imajını taçlandırmak istiyor. Aslında her şey yolunda giderken Başbakan Erdoğan'ın geçirdiği rahatsızlıkla birlikte işler tersine dönmeye, daha doğrusu sağdan soldan, içeriden dışarıdan yumruklar gelmeye başladı. Bana rahmetli Aydın Menderes'ten miras bir atasözü var: "Diken battığı yerden çıkar" derdi Menderes. Madem bu sakil olaylar Başbakan'ın hastalığıyla başladı, o zaman bu kötü süreci yine Başbakan'ın düzen sağlayıcı iradesi durduracaktır.
Allah ona, Türkiyemizin hatırına sağlık ve güç versin.