AK Parti 2002 yılında iktidar oldu.
2001 krizinin darmadağın ettiği ekonomiyi bir miktar toparladıktan sonra, Başbakan Erdoğan'ın farklı devlet adamlığı kumaşı yavaş yavaş Hükümet icraatlarına yansımaya başladı.
Türkiye 2004 yılından itibaren bölgesel ve küresel ilişkilere ilgi duydu.
Başbakan Erdoğan, babalarının yerine gelen genç Ortadoğulu liderler Beşar Esad ve Kral Abdullah'a kol kanat germeye çalıştı.
(Cumhuriyet Gazetesi'ne verdiği mülakatta Başbakan Erdoğan'a ağız dolusu terbiyesizlik eden Esad, aynı Erdoğan'ın Hariri suikastından dolayı onu nasıl ipten aldığını unutmuşa benziyor.)
Türkiye Ortadoğu'ya açılmaya başlamıştı.
Ancak Başbakan Erdoğan 3 bin dolarla büyük devlet politikası yürütülemeyeceğini görmüştü.
Bütün enerjisini demokrasinin kökleşmesi ve milli gelirin artması için harcadı.
Milli gelir arttıkça Türkiye'nin dış politikası da etkili olmaya başladı.
Bugün Türkiye kişi başına 13 bin dolar milli gelir payına sahip.
GSMH'sı 800 milyar civarında.
Ancak Başbakan Erdoğan 10 yıllık tecrübe ile bir gerçeği görüyor:
Kişi başına 20 bin doları, toplam ticaret hacmi 1 trilyonu yakalayamamış bir Türkiye, yürüttüğü büyük devlet politikasını kalıcı sonuçlar doğuran bir sürekliliğe kavuşturamaz.
Adım gibi eminim ki Başbakan'ın kafasındaki en temel problematik budur.
***
Dünkü yazdıklarımı bu temel üzerinden tartışmaya devam edelim.
Başbakan dünyada iki yerde para olduğunu görüyor.
Para kaynağının biri Çin. Türkiye Çin parasıyla hızlı tren gibi iyi yatırımlar yaptı. Ancak Çin sermayesi günün sonunda bedel isteyen bir sermaye. Çinlilerin Afrika'da çokça yaptıkları "yönetimleri satın alma" alışkanlıkları bazen Türkiye'nin önüne de çıkıyor.
"Al parayı ver Uygur Türklerini" şeklinde tezahür eden bu alışkanlık, Başbakan Erdoğan'ın kabul edebileceği bir seçenek değil.
O nedenle Başbakan Türkiye'nin milli gelir problemini çözmek için daha apolitik ve rasyonel bir kaynağı gözüne kestirmiş görünüyor.
Bu kaynak Arap sermayesidir.
Şu an da Batı bankalarında 1 trilyon dolar Arap parası yatıyor.
Diğer bir değişle, bu para onlarca yıldır Batılıya çalışıyor.
"Bu Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan ikide birde Arap ülkelerine niye gidiyor?" diye soran safdillere söyleyelim ki biraz da bu parayı Türkiye'ye getirmek için gidiyorlardı.
Bana göre Başbakan Erdoğan Arapları bu konuda ikna etti.
Önümüzdeki 10 yılda bu paranın 250-300 milyar dolarını Türkiye'ye getirme konusunda bir mutabakatın oluştuğunu düşünüyorum.
Bunları bir bilgiye dayalı olarak mı yazıyorum?
Hayır, gelişmelere bakarak tabloyu okumaya çalışıyorum.
***
Bu para Türkiye'ye nasıl girer?
Özelleştirmeler filan hemen hemen tamamlandığına göre, Arap parasına karşılık olabilecek tek şey var Türkiye'de: Konut üretimi ve satımı.
Son iki ayda çıkan üç kanunu bu cümleden düşünelim:
Mütekabiliyet Kanunu, Kentsel Dönüşüm Kanunu, 2B Kanunu...
Bu üç kanunun amacı da konut üretimine ve satışına altyapı hazırlamak sanki.
Bu büyük vizyonun başka boyutları da var elbette.
Birincisi, inşaat sektörü ekonominin her alanını etkileyen bir niteliğe sahip.
Bu hamleyle birlikte Avrupa ekonomilerindeki durgunluk Türkiye'de yaşanmayacak.
Yani ekonomide sürdürülebilirlik sağlanmış olacak.
Sektörün emek yoğun tabiatı Hükümete işsizliği kontrol imkanı da verecek.
Gelişmeleri benim okumam böyle.
Başbakan, büyük Türkiye vizyonunu finanse edecek bir milli gelir düzeyini yakalamaya çalışıyor.
Bunun üzerinden kendi iktidarının devamını tabii...
Gerçek bir büyüme ve sürdürülebilirlik vizyonu bu.