Son bir haftada güney sınırlarımızdan yaklaşık olarak 200 bine yakın Kürt sığınmacı ülkemize girdi. Daha doğrusu Hükümet sınırlarımıza dayanmış olan bu insanları kabul etti. Çünkü IŞİD bir kabus gibi bu insanların yaşadıkları bölgelerin üzerine çökmüştü ve yaşamak için Türkiye sınırlarına dayanmaktan başka çareleri yoktu.
Bu arada bu gelişmeler bize bölge sosyolojisine dair şaşırtıcı şeyler öğretiyor. Sözgelişi Türkiye tarafındaki Suruç'ta yaşayanlarla Suriye tarafındaki Kobani'de yaşayanlar akrabalardan oluşuyor.
Bu bilgi bize rahmetli sinema sanatçımız Kemal Sunal'ın Propaganda filmini hatırlatıyor.
Evet, hem Musul ve çevresinde hem de Suriye'de Kürtler gibi Türkmenler de IŞİD zulmüne uğradığı halde, ki sayıları 300 bin civarındaydı, bizim Hükümet Türkmenleri sınırlarımızdan bu tarafa geçirmedi.
Akla bir sürü soru gelebilir. Mesela alın size bir soru: bu Hükümet Türkmenleri Kürtler kadar sevmiyor mu?
Bir başka soru daha: bu Hükümet içinde Türk olan herşeyden rahatsız mı oluyor?
Bir soru daha ister misiniz? Bu hükümet Kürtlere yaranmak için mi böyle davranıyor?
Eminim bu soruların üzerine atlayıp "evet, aynen öyle" diye haykıracak bir yığın insan var bu memlekette. Ama onlara tavsiyem, ağır olun, mahçup olmayın ve siz en iyisi altta yazacaklarımı dikkatlice bir okuyun.
ATATÜRK, FEVZİ ÇAKMAK VE ERDOĞAN
Cumhuriyet kurulmuş, kurucu kadro kafa kafaya vermiş "mubadele" meselesini konuşuyor. Zira Cumhuriyetin bir numaralı meselesi, kaybedilmiş topraklardan Anadolu'ya bir sel gibi akan göçler ve anlaşmalara dayalı "mubadele" olayıdır. Atatürk ve genel kurmay başkanı Fevzi Paşa, bir yandan göçler ve mubadeleyle gelenlerden çok memnunlardır. Çünkü Anadolu nufusu savaş ve hastalıktan kırılmış kılıç artığı bir nufus haline gelmiştir. Bu genç devleti bu demokrafi taşıyamazdı. Ama bir yandan da Balkanlar'daki, Ortadoğu'daki, Rumeli'deki Türk varlığının sökülüp bu taraflara gelmesi, onları çok rahatsız ediyor ve bu gelişmeyi Türklüğün bekası için büyük tehdit görüyorlardı.
Sonunda Atatürk ve Fevzi Çakmak Paşa bir karar verdiler. Verdikleri karar şuydu:
"Bir miktar soydaşımızı Kabul edelim ama behemahal imparatorluk coğrafyasındaki Türklerin mühim bir kısmının orada kalmasını temin edelim. O toprakları Türksüz, sahipsiz ve kimsesiz bırakmayalım"
Uzak görüşlü iki devlet adamının bu stratejik bakış açısı devreye girmeseydi bugün ne Bulgaristan'da ne Kosova'da, ne Irak'da, ne de Suriye'de bir tane Türk kalmazdı.
Bir başka şey daha: başka kavimlerden insanları insani sebeplerden sınırlarınızın içine aldığınız zaman, herşey normalleştiği vakit geriye gönderebiliyorsunuz; ancak Türk soylu insanları ülkeye aldığınız zaman hiçbiri geriye dönmek istemiyor. 1987 yılında yaşadığımız Bulgaristan Türkleri olayında bunu en çarpıcı bir biçimde yaşadık.
Bugün eleştirdiğimiz Hükümetin Türkmen meselesinde Atatürk ve Fevzi Çakmak'tan farklı bir düşünce biçimi yok.
Diğer yandan "bu hükümet Türkmenler için hiçbirşey yapmıyor" suçlaması da çok açık bir iftiradır. Hükümet güçlü bir biçimde kuzey Irak'da Türkmenler için barınma yerleri ve güvenli kamplar oluşturmaya çalışıyor.
Yaptığı silah ve insani yardım listesi benim elimde, bu konuda Hükümetin eksik yaptığı hiçbir şey yok.
Tekrar başa dönersek: Türkmenlerin, Boşnakların, Kosovalıların, Bulgaristan Türklerinin şu anda yaşadıkları yerlerde kalmaları Türkiye için hayati önemi haiz bir meseledir.
Hükümetin şuurlu bir Türklük siyaseti izlediği anlaşılıyor ve bu taktir edilmesi gereken bir tutumdur.
Bu meseleyi idrak için birazcık tarih bilgisi ve tabi birazcık milli bilinç hassasiyeti gerekiyor.