Yazar Ahmet Ümit, yedi yüz yıldır çözülemeyen Şems-i Tebriz cinayeti ve yedi yüz yıldır süren Mevlana ve Şems-i Tebriz aşkını anlattığı kitabı Bab-ı Esrar'ın bir bölümünde, kadın-erkek ilişkileri üzerine çok önemli bir konuya değiniyor.
Romanın kadın kahramanı Karen Kimya üzerinden bize şunları söylüyor:
"Bir erkeği kaybetmenin en kolay yolunun tamamen onun dümen suyuna gitmek olduğunu genç kızlık dönemlerimde yaşadığım acı deneyimlerle öğrenmiştim.
Eğer birlikte olduğun erkek arkadaşın gibi düşünmeye çalışır, onun gibi hissetmeye uğraşır, onun gibi davranmaya çabalarsan hiçbir ilginçliğin kalmaz.
Sadece erkekler için değil, aynı durum kadınlar için de geçerlidir. İnsan hakkında kafa yormadığı, kaygılanmadığı, çözümlemeye çalışmadığı birini niye sevsin, ona niye değer versin? Sevmek bir anlamda sende olmayana ulaşmak, bunun için çabalamak değil midir? Senden farklı olmayan birine niye ulaşmaya çalışasın ki?"
İLİŞKİ NEDİR?
Niye bunları düşünüyor, babası Türk, annesi İngiliz olan ve babasıyla çocukken geldiği Konya'ya bir iş seyahati yapmak zorunda kalan Karen Kimya?
Çünkü çok sevdiği bir erkek arkadaşı vardır, birlikte güzel bir ilişki yaşamaktadırlar, ne var ki genç kadının hamile kalmasına sevinmemiş, çocuğu aldırmaktan söz etmiştir. Karen Kimya ise 30'lu yaşlarda olduğundan ve anne olmayı istediğinden bu çocuğu doğurmayı, haberi aldığı andan itibaren istemiştir.
Sevgilisi "Olmaz" demiştir, oysa o olmasını istemiştir.
"'Bu çocuk benim için çok önemli. Bu çocuk da bizim için çok önemli. İlişki sadece dünyanın güzel yerlerini gezmek, görmek değildir. İlişki, sadece güzel bir müziği dinlemek, enfes Şili şarabının eşliğinde yenilen Fransız soslu bilmem ne bifteği de değildir. İlişki sevgililer gününde çiçek göndermek, doğum günlerimizde birbirimize hediyeler almak, tanışma yıldönümlerinde pahalı publarda buluşmak, ilişki haftada beş kez seks yapmak da değildir.
EZBER BOZMAK
İlişki iki farklı kişinin bilerek, isteyerek birlikte yeni bir yaşam yaratma arzusudur. Biz işte böyle bir ilişki kurmalıyız. Ya ben, sana taşınmalıyım ya da sen bana. Bu çocuğu birlikte büyütmeliyiz, gerçek bir aile olmalıyız' demek istiyordum ama diyemedim? Neden? Nigel'i kaybetmekten mi korkuyordum? Sanmıyorum" diyerek, bir erkeği kaybetmenin yolunun ne olduğunu anlatır.
Ne dersiniz, sizce de önemli tespitlerde bulunmuyor mu Ahmet Ümit? Bir anlamda ezber bozuyor.
Çünkü kadınların çoğu zanneder ki:
Erkeği kaybetmemenin yolu, onun dümen suyuna gitmekten geçer.
O yüzden kadınlarımızın çoğu erkekler ne derse, ne isterse karşı çıkmadan yerine getirirler.
Tuzağa düşerler aslında. Erkek, kendine biat edilmesini ister gibi gözükür ama aslında soran, sorgulayan kadından, boyun eğmeyen, kendisine karşı gelen kadından hoşlanır. Daha doğrusu bu tarz kadın ona çekici ve cazip gelir. İlişki dediğin de bir iktidar savaşı değil midir?
MÜCADELENİN CAZİBESİ
Aynı şey kadınların kalbine giden yol için de geçerli. Kadınlar neden kolay değil de zor erkeklerin peşinden giderler?
Kendilerini gerçekten seven, her istediklerini yerine getiren erkekler yanı başlarında dururken, yarın öbür gün gideceğini bildikleri, asla kendilerine bağlanmaya niyeti olmayan "serseri"lere aşık olurlar?
İnsan aslında kendisiyle mücadele etmeyi sever? Elde etmenin dayanılmaz cazibesine karşı koyamaz. Çaba göstermek ister, uğraşlarının karşılığını almak ister, en çok da üzüntünün ardından sevinmeyi sever, zaferin coşkusunu elde edilmeyecek sevgiliyi kendine bağladığı an hisseder vs...
Demek ki neymiş: Erkeklerin sevgisini kazanmak için her dediklerini yerine getirmek gerekmiyormuş. "Ya ben, ya mesleğin?" diyen sevgiliye, "Sen benden böyle bir tercihte bulunmayı nasıl istersin?" demek gerektiğini öğrenecekler elbette. Sonra ileride "Ben sana saçımı süpürge etmiştim, senin için ne fedakarlıklar yapmıştım ama sen beni terk ettin!" dememek için bunu yapmak zorundalar. En önemlisi kendi mutlulukları için.
Bu konuyu daha sonra da devam ederiz. Sizlerden gelen görüşlerle destekleyerek tabii.