Gabriel Chanel ya da nam-ı diğer Coco Chanel'i konu alan iki film oynuyor sinemalarda. Ben önce Coco'yu Anna Mouglalis'in oynadığı filmi seyrettim. Bizde 'Büyük Aşk' diye vizyona girdi ama filmin orijinal adı "Coco Chanel&İgor Stravinsky". Biri modaya yön vermiş, erkeklerin hüküm sürdüğü bu alanda kendini ispatlamış tek kadın, öteki ünlü bir besteci.
Kadın, öyle bir kadın ki modada devrim yaratmış, kadınları korseden kurtararak özgürleştirmiş. 1900'lü yılların başı. O tarihte kadınlar incecik bel görünümü ve düzgün hatlar için bedenlerini ve özellikle bellerini saran daracık, iplerle bağlanan korseler giyerlerken Coco adında yetimhanede büyümüş, şarkıcılık yaparak geçimini sağlamaya çalışan bir genç kadın çıkıyor ve modanın rahat ve pratik olabileceğini kanıtlıyor.
CHANEL TAYYÖR VE NO:5
Kadın giyimini modernleştirerek, tarz sahibi her kadının gardırobunda bulunması gereken 'küçük siyah elbise'leri yaratıyor, kuyumcu dükkanı gibi takıp takıştıran kadınlara tek bir inci kolye ile de şık ve zarif olunacağını gösteriyor, aşırı tüylü ve süslü şapkaların yerine sade ve işlevsel şapkalar tasarlıyor. Böylece yüzyıla damgasını vuruyor. Bugün Chanel deyince herkesin aklına siyah bir elbise, inci kolyeler, küçük şapkalar, hala modada önemli bir yeri olan Chanel tayyörler ve tabii No.5 parfümü geliyor.
Film, bu parfümün çıkış hikayesini de anlatıyor bize. Büyük değil ama tutkulu bir aşk anlatılıyor filmde. Karşılaştıkları tarihte Coco kendini kanıtlamış, mağazalarını açmış, para kazanmaya başlamış, zengin, ünlü ama yalnız bir kadın. Büyük aşkı "Boy" lakaplı Arthur Capel'i trafik kazasında kaybetmiş. Bu aşkın ne kadar büyük olduğunu Audrey Tautou'nun Coco olduğu "Coco Chanel'den Önce" adlı filmden öğreniyoruz.
BÜYÜK AŞK
Hayatında yeri çok büyük Arthur'un. Babası tarafından terk edildiği için erkeklere güveni olmayan ve evlilikten uzak duran Coco Arthur'a evlenmeyi düşünecek kadar aşık oluyor. Arthur kariyeri için zengin ve soylu bir kadınla evlenmeye kalkışsa bile bu aşkları devam ediyor, ta ki genç yaşta ölüp gittiği trafik kazasına kadar.
Hayata küsmüş bir haldeyken karşısına Rusya'dan kaçıp Fransa'ya sığınmış, müzikte yenilik yapmak isteyen reformist bir besteci olan Stravinsky çıkıyor. Eserleri modern bulunup, seyirci tarafından yuhalanıyor ama kendisi de anarşist ruhlu olduğu için belki de ona ilgi duyuyor ve ona finansal destek sağlıyor. Rahat çalışması için evini besteciye açıyor. Gerçi Stravinsky evlidir, dört çocuğu vardır ama bu aralarındaki çekime engel olamıyor ve kısa da sürse aralarında bir tutkulu bir aşk başlıyor.
SUÇLULUK DUYGUSU
Bu aşk da efsanevi parfüm No.5'in oluşmasına neden oluyor. Filmin en can alıcı sahnesi bu aşkı hisseden bestecinin eşinin ünlü modacıya "Hiç suçlu hissetmez misiniz kendinizi?" diye sormasıdır. Coco'nun yanıtı ise gayet nettir, "Hayır!" der sakin bir şekilde.
Neden kendini suçlu hissetmediğinin yanıtını hayat hikayesinde aramak gerekir. Bunun için iki filmi de seyretmek.
Erkeklerin koyduğu kuralların geçerli olduğu bir dünyada varolmaya çalışmış, bunun için gerektiğinde erkekleri kullanmaktan çekinmemiş bir kadının hikayesinden öğreneceğimiz çok şey var. Hayat adına da, moda adına da.
Ben Audrey Tautou'lu filmi daha çok sevdim ama Anna Mouglais'in giydiği kıyafetlere ve filmin çekildiği eve de bayıldım.
Siyah rengin kadın giyimindeki yeri gibi dekorasyonda da nasıl kullanıldığını görmek açısından da ilginizi çekecektir.