Soma'daki facia, iş güvenliği konusunu tekrar gündeme getirdi. Özellikle 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası'nın kanunlaşmasının üzerinden 2 yıl geçmesine rağmen son trajik kaza üzerine gözler bu kanuna ve uygulamaya çevrildi.
Burada en önemli sıkıntılardan birisi bu kanuna göre şirketlerde görev alması zorunlu olan iş güvenliği uzmanlarının şirketin "personel"i olması ve maaşını işverenden almasıdır. İş güvenliği uzmanı, tespit ettiği eksiklikleri ve kusurları şirketin karar defterine yazdırmakla mükellef. Eğer işveren gerekli önlemleri, tedbirleri almazsa yapabileceği en fazla şey bunu bakanlığa şikayet etmek.
İş güvenliği uzmanının maaşını aldığı kişiyi, patronunu bakanlığa şikayet etmesi pratikte mümkün olmadığı için bu sistem maalesef işlemiyor. Bu durumda, tabiri caizse iş güvenliği uzmanının kaderi ve güvenlikle ilgili alınacak önlemler patronun iki dudağı arasında. Dolayısıyla hiçbir uzman kovulacağını bile bile patronunu şikayet etmek istemiyor. Öte yandan kanun, işyeri güvenliği uzmanının şikayet etmemesi ve aksaklıkları bakanlığa bildirmemesi durumunda hapis cezası öngörüyor. Şu sıralarda da en az 20-25 işgüvenliği uzmanının hapiste olduğunu biliyoruz.
İŞTEN KAÇINMA HAKKI
Bu dikkat çektiğim nedenlerle, işyerlerinde "güvenli" iş güvenliği uygulamaları hayata geçirilemiyor. Oysa 6331 Sayılı Kanun işçiye bir takım haklar sağlamakta, mesela işçinin işten kaçınma hakkı. İşçi, patronu kendisini hayati tehlikesi olan bir işe zorladığında, bunu gerekçe göstererek birikmiş bütün tazminatını da alarak işten ayrılabilir. Ancak kanunun getirdiği bu hak çalışanlar tarafından bilinmiyor. Bilinse de taşeron uygulamada işçinin kıdem alacağı olmadığı için işçi işi bırakmak istemiyor.
GELİRDE BÜYÜK FARK
Madencilik örneğine dönecek olursak öncelikle şuna dikkat çekmek isterim ki Avustralya'da bir madencinin yıllık geliri 200 bin dolar, Yeni Zelanda'da 150 bin dolar. Soma'daki bir işçinin ise günlüğü 50-60 lira arasında. Türkiye'de maden işçisinin yıllık geliri 7-8 bin doları geçmemekte.
Ayrıca madencilikte sendikalaşma konusunda da ciddı sıkıntılar var. Batıda yüzde 60-70 olan sendikalaşma oranı, ülkemizde yüzde 14.3 oranındadır. Bu da bize gösteriyor ki madencilik maalesef en riskli iş kollarından biridir.
Geçen yıllar boyunca iş güvenliği uygulamalarına bakarsak, en son Kozlu'da yaşanan grizu patlamasında 263 kişinin öldüğünü ve aradan geçen yıllarda bir arpa boyu yol alınamadığını görebiliriz. İyiye de gitmiyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'nin verilerine göre 2012 yılında 873 işçi iş kazalarında hayatını kaybetti. 2013'te bin 235'e çıktı bu rakam. 2014'ün ilk 3 ayında 276 işçimizi iş kazaları nedeniyle kaybettik. Ayrıca ilk 3 ayda iş kazaları ve meslek hastalıklarından hayatını kaybeden işçilerden 3'ü 18 yaş altındaki çocuklardı. İş kazalarının çok önemli bir ölümümün taşeron şirketlerde yaşandığını da belirtmeliyim.
Bölgede yaptığım tespitlerde, şirketin son derece güvenilir olduğu, işini düzgün yaptığı görüşü hakim. Bu vahim kazada, soruşturmalar sonucunda ne olacağına karar verilecek. İş güvenliği yasasının uygulanabilirliği özel sektöre bırakılmamalı.
Bu uygulama da, kamusal kontrolle gerçekleştirilmelidir.