İlkyaz, "Hadi baba" dedi. "Yurtdışında birlikte, ailecek hiç tatil yapmadık, bir yerlere gidelim. Viyana'ya ne dersin?" İlk defa düşünmeden, bitmeyen, yarım kalmış işlerimi mazeret göstermeden, "bir değerlendireyim, sonra konuşuruz" demeden "evet" dedim. Aysun zaten dünden razı. Laf ola değil. Gerçekten. Avusturya Lisesi'ni bitirmiş. Üniversiteyi Avusturya'da okumak istemiş. Şartlar elvermediği için gidememiş. Biz evlendikten sonra da 40 defa konuşmuşuz ama bir türlü denk getirememişiz. Yani ikimizin de gitmeyi arzuladığı bir kent. Sonuçta İlkyaz'ın arkadaşı Aksel'i ve benim İzmir'deki seyahat tutkunu kuzenim Sevgen ablamı da kadroya dahil edip kararı açıkladık: "Eksikler tamamlana, 19 Şubat'ta yola çıkıla..."
Herşeyi kızımız organize etti. Dört gün boyunca gidilecek, gezilecek yerlerin planları yapıldı. THY inanılmaz ucuzdu. Biletler alındı. Otelde kalmak istemedik. Çok uygun bir fiyata şehrin tam merkezinde bir daire kiraladık. Gittiğimizde yer bulamayacağımızı bildiğimizden opera biletlerimizi önceden aldık. Ünlü şinitzel restoranı Figlmüller için de İstanbul'dan rezervasyon yaptırdık ve 1683'te Osmanlı'nın kuşattığı, bozguna uğrayıp bir türlü giremediği Viyana'ya biz elimizi kolumuzu sallaya sallaya girdik...
Tabiki 4 günü ayrıntılarıyla bu köşede anlatmak mümkün değil. Ama satır başlarıyla paylaşabileceğimiz güzellikler var. Önce çok eski arkadaşım Uçal Dalgıç'tan başlamalıyım. THY'nın yurt dışı bürolarında yıllarca yönetici olarak çalıştıktan sonra Viyana Müdürlüğü de yapıp oraya yerleşen eşi Venüs'le birlikte Ali Uçal ve Merve gibi pırıl pırıl iki çocuk yetiştirip büyüten Uçal, Venüs'le birlikte bizi hava limanından karşılayıp ilgilerini eksik etmediler. Onlarla Albertina'da Do&Co'da yemek yedik ve çocuklarıyla da tanışma fırsatı bulduk. Uçal, geniş çevresi olan ve yaratıcılığıyla, çalışkanlığıyla THY'nın gelişme yıllarında halkla ilişkileri yürütürken bu kuruma çok şey kazandıran bir insan. Eski arkadaşımla hasret gidermek beni çok mutlu etti.
Viyana'yı kıskandım. Tarihi dokusunu aynen korudukları için, binalarıyla, heykelleriyle, resimleriyle, bestecisinin, yazarının, bilim adamının yaşadıkları yerleri koruma altına alıp sizi zaman tünelinde dolaştırdıkları için kıskandım...
Modern binaları, yeni yapıları ve tesisleri şehrin tarihinin bittiği alanlara yapmışlar. Planlamışlar, uygulamışlar ve tarihi yaşatmışlar. Maalesef biz 50'lerden itibaren tarihi yok etmek pahasına, rant uğruna şehirlerimizi yozlaştırıp, her dönemde yaşanmaz hale getirirken onlar tersini yapmışlar. Gezdikçe, gördükçe, yaşadıkça İzmir'imi, İstanbul'umu kıyasladım ve kahroldum...
En ünlü kafelerinde oturduk, parklarında kilometrelerce yürüdük, Opera Binası'nda müthiş bir "Don Carlos" operası izledik, mahzenden bozma caz klübünde çok başarılı cazcıları dinledik, gezebildiğimiz kadar müze gezdik ve dört günde yüzlerce fotoğraf çektik, yaşayabildiğimiz kadar güzellik yaşadık.
Gezmeyi seviyorsanız, imkanınız varsa, kültüre, sanata, tarihe meraklıysanız Viyana'yı görmelisiniz...
YÜZ KUMBARASI
İki yıldan fazla oldu. Down sendromlu çocuklar için hazırlanmakta olan bir projeye Aysun'la beni de dahil ettiler. 40 fotoğrafçı 1600 portre çekecek ve bir sergi açacaklardı. Siyah beyaz olacaktı çekimler. Şebnem Eldes, Aysun'la; Lale Elmas benimle çalıştılar. Proje sonunda tamamlandı ve "Yüz Kumbarası" adıyla İstanbul Fransız Kültür Merkezi'de sergilenmeye başladı.
Geçenlerde ziyaret etme fırsatım oldu. Bir Muammer Yanmaz Projesi olarak sunulan projeyi ve konsepti çok sevdim. Farklı başlıklar altında 40 fotoğraf sanatçısının emeğiyle ortaya çıkan sergi başka şehirlerde de meraklılararına ulaşacak mı bilmiyorum. Ama 19 Mart'a kadar İstanbul'da. Böyle bir proje kitap haline getirilebilir mi onu da bilmiyorum ama olursa harika olur düşüncesindeyim.
Emek veren herkesi kutluyorum. "Yüz Kumbarası" bir belgesel niteliğinde çok başarılı bir proje olmuş...