Aspendos'un taş merdivenlerini hızla tırmanarak, 2000 yıllık antik tiyatrodaki yerime heyecanla yerleştim. Sahneye bakarken, bir an gözlerimi kapadım ve tarihi yeniden keşfediyormuş gibi, geçmişe doğru asırları geride bırakan bir yolculuğa çıktım. O anda, bu devasa tiyatroda eski insanların izlediği tragedyalar canlandı hayalimde...
Sahnede maskeli, yüzleri boyalı, yüksek topuklu, abartılı hareketlerle rolünün hakkını veren oyuncular, arkalarında ise müziğin ritmiyle konuşmalara karşılık veren bir koro vardı... Binlerce kişi, sonunda acılarından arındıkları trajik bir oyuna kapılıp gidiyordu. Akustiğin olağanüstülüğü sayesinde, sahneye iğne atsan sesi en uçtaki izleyicilerin bile kulağında yankılanıyordu.
Gözlerimi açtım... Üzerinde, şarap ve tiyatro tanrısı Dionysos'un resmi bulunan yığma taşla örülmüş sahne binası, hayranlık uyandıran bir mimari estetiğiyle karşımda yükseliyordu... Önündeki sahnede ise, bu kez ünlü Wagner operasının dekoru hazırlanmıştı. İzmir Devlet Opera ve Balesi, Mehmet Ergüven rejisiyle 'Uçan Hollandalı'yı oynayacaktı...
***
Bu yıl 17'ncisi düzenlenen 'Uluslararası Aspendos Opera ve Bale Festivali'ne katılan İzmir Operası'nın konuğu olduğum için hafta sonu Antalya'daydım. Ne yazık ki vakitsiz yağışların seyirci ilgisine gölge düşürdüğü festivalde, İzmir ekibi de iklimin azizliğinden nasibini aldı. 26 Haziran'da sahne alacak sanatçılar, bir gün önce yine yağmurun bastırıvermesiyle genel prova yapamadılar. İzmir Festivali dolayısıyla Adnan Saygun'da aynı operayı sahnelemek her ne kadar iç rahatlığı sağlasa da, açık havada temsil vermek tekniği ve sanatçıyı zorlayıcı riskler doğurur. Bu nedenle Aspendos'taki rejide yaptıracağı değişiklikleri kafasında kurgulayıp duran yönetmen yardımcısı Evin Yerli, provanın yapılamadığı gece uyku yüzü görmedi.
Yüreğimize su serpen en güzel haber ise gösteri akşamında havanın açacağı müjdesiydi...
***
Konser saati yaklaşırken, 'Uçan Hollandalı'yı sahneleyecek ekipte özellikle solistlerin son derece kendine güvenerek otelden ayrılmaları, her şeyin yolunda gideceğinin ilk işaretiydi. Hele operamızın tecrübeli sopranosu Ayşe Tek, yanımdan ayrılırken "Ben yan komşuya uğrayıp geleyim" dercesine rahattı. Ve nihayet solistlerinden korosuna, orkestrasından ışık efektlerinin de kullanıldığı ilginç rejisine varıncaya dek mükemmel bir gösteri çıkaran İzmir Devlet Opera ve Balesi, havanın da suskunluğu sayesinde kazasız belasız Wagner'in üstesinden geldi. Soprano Ayşe Tek, mezzosoprano Sevgi Yalçın, bas Tevfik Rodos, tenorlar Fahri Önoğlu ve Ünüşan Kuloğlu ile bariton Erdem Baydar sahnede olağanüstü bir oyunculuk sergilediler. Özellikle Ayşe Tek ve ilk kez Aspendos'ta sahneye çıkan Ankara sanatçısı Ünüşan Kuloğlu, performanslarıyla parmak ısırttılar. Selama çıktıklarında, Aspendos alkıştan yıkıldı desek yeridir.
***
Ben konuk yazar olmanın torpiliyle, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Rengim Gökmen, İZDOB Müdürü Aytül Büyüksaraç ve ünlü oyuncumuz Zeliha Berksoy ile yan yana izledim operayı. İlk perde boyunca tepemizden bir baykuş da durmadan öterek temsile katılınca, Aytül Hanım'a "Bu arkadaş kadrolu mu" diye sormadan edemedim. Ama onun yanıtı hem esprili hem de çok gerçekçiydi: Nerde... Biz solistlerimize kadro bulamıyoruz!
***
Gerçekten de, İzmir'in en iç yakıcı sorunlarından biri 'kadrosuzluk'tur. Nitekim o gece herkesin hayran kaldığı, sesinin rengiyle Zeliha Hanım'ın bile özellikle dikkatini çeken İzmir Operası'nın tek mezzosopranosu Sevgi Yalçın, tam on senedir kadro bekliyor. Türkiye çapında güçlü ve etkileyici bir sese sahip olmasına rağmen, bir sanatçıya reva görülmeyecek 'kadrosuzluk' sorununun ülkemizdeki en acı örneğidir Sevgi...
Ayşe Tek'in 'yetiştirdiğim en iyi isimlerin başındadır' dediği, ayrıca operadaki tüm şeflerin, hocaların sesine hayranlık duyduğu bir sanatçının on yıldır kadrosuz bırakılması, ülkemizde nice emeklerle yetişen gerçek sanatçıya değer verilmediğinin, hatta en doğal hakkının bile ayaklar altına alındığının göstergesidir.
Belki de zavallı baykuşun isyanı bunadır, ne dersiniz?