Televizyonum benden 4 yaş büyük
Önce küçük kutu radyo, biraz büyüdü. Bizi yepyeni bir bakış açısıyla tanıştırdı.Yeni kutumuzun adı televizyondu. Açıldı kutu, dillendi kötü... Beyaz adam, bu kutuya ilk olarak Dallas deneyini yerleştirdi. Biz gönüllü denekler, petrol devi bir ailenin varislerinin Teksaslı petrolü bol bulunca poposuna sürermiş misali yaşadığı kimin eli kimin cebi yaşam tarzına hemen alıştık. İhanete, sıradanlaşan alkolizme, Ceyar'ın Bizans oyunlarına hayran kaldık. Dallas, birleşik devletlerin (kendi halkına da uyguladığı sistemli aptallaştırma) kültür ihracının birincil adımı oldu. Öyle ki, darbelerden darbeder, eğitim sisteminden derbeder bir milletin alışık olduğu halde uygulamakta zorlandığı sokağa çıkma yasağının diziye entegre edilmiş prototipiydi.
Televizyonculuk, ülkemizde batı medeniyetlerine fark atar bir hızda gelişti. Taklitte Çin ve Kore'den sonra başa güreşen milletim, 70'li yıllarda rahmetli Özal'ın bize atlattığı (!) çağ ile pek bir sevdi televizyonculuğu... Dünyada en çok tv izleyen ikinci millet olduk. Televizyonculuğu ilk yıllarda kullanabildiği ölçüde etkili bir iletişim aracı olarak kullanan, TRT, açılan özel tv kanalıyla rekabet edemedi. Zira TRT'nin asli amacı eğitimdi, özel televizyonlar eğlenceyi kayıtsız şartsız sunuyordu.
Toplum yavaş yavaş değişmeye başlamıştı. Gemisini yürüten kaptanların gemisinde seyahat etmekte olan her biri kendi bacağından asılan koyunlara dönüşme sürecimiz hızla devam ediyordu. Ayaklar baş oldu, konuşmaya başladı. Bugün ayağa dönüşmüş başlar ise, burnu yere sürtüle sürtüle konuşamaz hale geldi. Bir seslenebilse, 'Bırakın bu ayakları!' diyecekti topluma, ama mecali kalmamıştı. 'İşi ehline teslim etmek sünnet' değildi artık. İşin ehilleri, belediyenin toplu sünnet çadırlarında hadım edildi. İktidarsız kalan ehiller, yerlerini hamili kart yakinlerine teslim etti. İşini bilen memurlar, devlet memurluğundan devlet memnunluğuna terfi etti.
Bu süreç, gerçekten de tv'lerle başladı. Uzman konuşmacılar, baldır bacakla takas edildiler. Meslek etiği meslek eteğinin altında kaldı. İstenmeyen tüyler işgal etti yazı işlerini, istenen türlerin nesli tükendi.
Sonra kafa doktorları çıktı, çocuğunuza yok demeyin, pısırık edersiniz, dediler. Tv'lerde bol bol çıkıp anlattılar. Vermeden almanın farkına varan çocuklarımız it oldular. Kadir kıymet bilmez oldular. Ali kırdılar, baş kestiler. Hayır diyemedik, pısırık olmasınlar diye... Biz pısırık olduk, ülkece emperyalistin rantiye pastasında bir ısırık olduk.
Konuşan Türkiye istediler. Tartışma programlarında konuşmayı tartışmayı öğrettiler. Adabını öğretmediler. Yine hepbir ağızdan konuştuk. Maç kalabalığı olduk. Islığımız tutmuştu dağı taşı, güttüğümüz değildi bile iki keçi... Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduk, çok çoğu...
Beyaz adamın deney sahası genişliyordu. Bir millete hasletlerini kaybettirmenin ikinci safhasına gelmiştik. Hem içten, hem dıştan çalıştığımız halde nasıl olup da yıkamıyorduk bu ülkeyi? Nihayet anlamışlardı temel ilkeyi... Küresel köye götüren son adım, aileyi yıkmaktı. Avradım olur musun?' türü yarışma programlarıyla real-iti dünyası yeni realistik itler kazanıyordu. Gelin kaynana yarışıyor, kurt kuzuyla yatıyordu. Kız isteme ekranda altın ve borsaya tahvil edilmişti. Büyülenmişçesine bakıyorduk ekrana. Kızınca da, 'Bakma! Elinde kumanda var, güç var' diyorlardı. Ama o programın alternatifi de rakip kanaldaki berikiydi. Oysa iyi biliyorlardı, içgüdülerimize yenileceğimizi...İşte Türk ailesinin suyuna pilav pişirdiğimiz gün başladı röntgenciliğin horozu ötmeye... Ekrandaki kurgulanmış gerçekler yetmiyordu artık bağımlılık krizimizi dindirmeye! Aha! diyorduk. Daha! diyorduk. Milleti izlediğimiz yetmemişti, artık kendimizi, en mahremimizi sunmak istiyorduk dünyaya!
İşte tam da bu noktada, internet ve sosyal medya yetişti imdada.. Oooh, hem kendim dikizliyordum milleti, hem de millete izlettiriyordum kendimi.. Hatıralar kisvesi altında sanal ağlar sarmıştı dört bir yanımızı. Baktığımız her yerde, izimiz duruyordu. Sam amca bizi düşünmek istemese de, ona herşey bizi hatırlatıyordu.
Bugün, bizim güvenliğimiz için kayıt altına alınıyor konuşmalarımız ve hayatlarımız. Kendi emniyetimiz için namusumuzu vermesek de, seve seve veriveriyoruz anamızın kızlık soyadının bilmem kaçıncı harfini. Bugün, istesek de istemesek de kablolar sarkıyor hayatımızın her yanından. Şimdi cevap verin bana! 'What is the Matrix, ulan?'
İnek sütü içen hayvandır!
Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu bir açıklamada bulundu ki yine aklımız karıştı: 'İnek sütü insan için değil...' diyor. İnsanın da ineğin de yavrusunun kendi anasının sütünü sadece belirli bir süre tükettiğini söyleyen Saraç, yaygın kanının aksine, süt içmenin kemik erimesine yol açtığını da söylüyor.
Şimdi ne yapsın bu millet? Aptala döndük. Anti maddenin bulunduğu bir çağda temel bir gıda maddesinin insanda yaratacağı etkinin hala tartışma konusu olmasını yadırgamamak, altında bit yeniği aramamak mümkün değil... Sözüm Saraç'a değil, tüm bilimadamlarına!
Ispanak çocuklarda demir yapar diye yıllarca yedirdiler, hatta ıspanak üreticisi zengin olsun diye Temel Reis karakterini yarattılar, yıllar sonra ıspanakta demir yoktur, dediler.
Şu yumurta yıllarca övülse de kolesterol açısından hep zararlı kabul edilen bir zanlıydı. Haydii, yıllar sonra onu da akladılar.
Beyaz et yararlıydı, kuş gribi dediler, birilerinin kesesi boşalırken ötekilerininki doldu.
Şimdi, tam da sütte antibiyotik kalıntısı bulunduğu söylentileriyle vatandaş sütten kesilir(!)ken bir de üstüne bu açıklama, tesadüften öte gözükmüyor mu?
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.