Bir vampir salgınıdır gidiyor. Özellikle Alacakaranlık roman ve film serisi ile gençlerin gözdesi olan ama gerçekleri ters yüz edilen vampir efsanesi insana çeşitli fanteziler de kurduruyor.
En son Çağatay Ulusoy'un film gereği yerli vampir yapılacağına dair bir haber okuyunca aklımdan 'ya İzmirli vampir olsa?' sorusunun geçmesine neden oldu. Gelin bakalım izmirli bir vampirin özellikleri nasıl olurdu?
Vampir son derece çekici ve karizmatiktir./ Bu konuda bir farklılık yoktur. İzmirli vampir normalinin altında kalmaz.
Vampir şatoda yaşar./ İzmirli vampir eski bir Rum evinde.
Vampirin aynada aksi görülmez./ İzmirli vampir her yerde görülür. Özellikle cemiyet dergilerinde pek sık...
Vampir kan emer/ İzmirli vampir ağzının tadını bilir. Sadece rakı içmiş vatandaşın kanını emer.
Vampir, kurda dönüşür. / İzmirli vampir sıkışınca demokratsa muhafazakara, muhafazakarsa liberale dönüşür.
Vampirin simgesi yarasadır./ İzmirli vampirin kumru...
Vampir gün ışığında yaşayamaz, ölür./ İzmirli vampir daha uzun ömürlü ve gün ışığına dayanıklıdır. Onu öldürmek istiyorsanız denizsiz bir şehre götürüp bırakın. Zaman içinde kendiliğinden ölür.
Vampirin cildi güneş görmemekten kağıt gibi beyazdır./ İzmirli vampir Çeşme bronzudur.
Vampiri kalbine bir kazık çakarak da öldürebilirsiniz./ İzmirli vampiri alışverişte kazıklayamazsınız. Anasının gözüdür.
Vampir haç görünce kaçar./ İzmirli vampir kazı çalışmasından, bitmemiş metrodan fellik fellik kaçar.
Vampire rahat batar, tabutta yatar./ İzmirli vampir butik otelde...
Vampir çok hızlı hareket eder./ İzmirli vampir kalenderdir, yavaşlıkta rekor kırar.
Vampir uçabilir./ İzmirli vampir sıkıya geldi mi kaçabilir.
Vampir sarımsaktan hoşlanmaz./ İzmirli vampir bayat balıktan...
Vampiri kutsal su ile yakabilirsiniz./ İzmirli vampir mütedeyyin ve temizdir, su bulamazsa teyemmüm yapar.
Vampir ölümsüzdür./ İzmirli vampir bir gün tenis kulüp seçimlerini kazanırsa ölümsüz olacağını düşünür.
Vampir ancak yerel halk onu kovalarsa bulunduğu yerden kaçar./ İzmirli vampir zekidir, memlekette iş bulamadığından İstanbul'a göçer.
Klavye kuşağı
Bir tek kişisel bilgisayar, sınıfsal farklılıkların çoğunu ortadan kaldırıveriyor. Sosyal ağlarda vakit geçirenler içinde asosyaller sosyalleşiyor, kekemeler bülbül kesiliyor. Obezler sıfır bedene dönüyor. Sessiz çoğunluk haykırıyor. Bugün resmi köşe yazarları haricinde gayriresmi binlerce köşe yazarımız, blogları aracılığıyla binlerce takipçi ediniyor. Bir cumhurbaşkanı, aynen ortalama bir vatandaş gibi günlük hayatını paylaşabiliyor. Bir hükümet, twitter aracılığıyla halka resmi bir açıklama yapabiliyor. Bir ayaklanma, bir direniş sosyal ağlarla örgütlenip hayata geçirilebiliyor. Bugün bir Arap Baharı'ndan sözedilebiliyorsa hazırlayanı küresel petrol devleri olsa da işin organizasyon kısmında sosyal medya vardır.
'Kendi çapında' şöhretler olabildiğimiz bu çağda (blog yazarı, eleştirmen, gezgin, hatta youtube şarkıcısı) narsistliğimiz zirve yapıyor. Şöhret budalası olup çıkıyoruz.
Kendi çapında şöhreti olanlar bile oyunu kuralına göre oynuyor. (Örneğin Hilal Cebeci yarı çıplak fotoğraflarını Twitter'da sergiliyor, Şahan Gökbakar, gitar çalıp şarkı söylüyor. Bir çok yeni deneme, sanal olarak yapılıyor.)
Bilgiye bu denli kolay ulaşmak, gençleri akil değil, ukala yapıyor. Hayatını gerçeğe ulaşmak için harcamış bir öğretmen ya da bilim adamı, eskisi kadar önemsenmiyor. İnternet sözlüklerinde eleştiri adı altında hiçbir emek sarfetmeden insanları karalamak ve bunun için hiçbir sorumluluk, bedel ödememekten ne oldum delisi oluyoruz. Başkasının yumruğunu yemeden kendi yumruğumuzu balyoz sanıyoruz.
Bu nesil (klavye kuşağı) az emekle bilgiye ulaşabiliyor. Ancak emeksiz bilgi insanı bilge yapmıyor ne yazık ki... İçinde yetişmediğin, , denemeden edindiğin, yani içselleştirmediğin bilgi, tamamen bir başkasının deneyimlerinden besleniyor. Yani bu bilgi türü, kesinlikle objektif değil. Ayrıca internet kadar dezenformasyon yayan kontrolsüz bir malumat ortamında 'gerçek' isimli prense ulaşana kadar onlarca kurbağa öpeceğimiz açık!
Boş tenekeyi doldurmak
Azer Bülbül'ün cenazesinde imamın mikrofonunu kapıp 'Arkadaşlar Allah'ın huzurundayız. Cep telefonu ile çekim yapmayı bırakalım.' diye sinirli bir şekilde bağırdığı yazılan Nihat Doğan'a tam kırk yılda bir hak veresim gelmişti ki çekilen bir videoyu izledim, görüntülerde gerçekten bir Nihat Doğan şov vardı. En ön safta yer tutan Doğan'ı önüne geçmeye çalışan bir vatandaşı itip kakarken izledim. Bakın, beden dilinde pek az bilinen bir eş zamanlılık kuralı vardır. Hareket ve söz aynı anda yapılırsa gerçektir. Eğer hareket, sözün bir iki saniye ardından gelirse o kişi samimi bulunmaz. Hareketler, çalışılmıştır. İşte sanatçının bazı görüntülerinde de kamera kaydında olmanın gerginliği ve öne çıkma telaşı hissediliyordu. Dolayısıyla rahmetli Bülbül'ün menejerinin 'Nihat yine yaptı şovunu, gitti.' sözüne katılmadan edemiyorum. Hoş, bu konularda yazılar yazılıp sanal medyada paylaşımlar yapılmasını da yadırgayan, bu kişiler eğlenceli bile olsa reklamının yapılmasının gereksiz olduğunu savunan arkadaşlarım var. 'Boş tenekeyi bir de siz doldurmayın.' diyorlar. Sizce haksızlar mı?