Felix bize mi atladı?
Hayranlığı tamamen ulaşabilirliği ile ilgilidir halkımın... Size mesaj yazar, cevaplamazsanız ukala ve halktan kopuk, kibirlisiniz. Cevaplarsanız, ilk iki mesajda 'Mehmet bey' iken, cevabınızın uzunluğu ölçüsünde terfi edersiniz. İki mesajda 'Canım'a dönüşürsünüz. Asker arkadaşı oluverirsiniz, hayran kişinin. Böylece sizi kendi seviyesine çekivererek başarıyı sıradanlaştırır, rahat eder.
Doğumgününe gelmeyen bu millet cenazeni asla ıskalamaz. Kör ölür, Brad Pitt olur. Ölümden sonra zararın kalmamıştır çünkü topluma... Sağ iken yüzüne bakmayız, ölünce hepimiz Hırant'laşırız.
Aslında bunu başarıyı isimlendirişimizde de açık açık görmüyor muyuz? Erkek terminolojimizde şöyle deyişler vardır.
'Vaay, çok güzel resim yapmış i..ne!'
'Bu gavur yapıyor, arkadaş...'
'Şerefsiz balığı çok iyi pişiriyor.'
'Taş gibi binayı dikmiş p.şt!'
Bu sevimli (!) küçük hakaret ifadeleri, özenilen ama ancak başkalarınca başarılabilen şeylerin içini boşaltmak, onları överken bile övgüyü dengelemek amacıyla kullanılmıyor mu? İnanın artık farkına bile varmadan uyguluyoruz bu toplumsal kodu... Geçen Pazar da öyle oldu.
Avustralyalı emekli paraşütçü ve ekstrem sporcu Felix Baumgartner, bir balonun taşıdığı kapsülle 39000 metreye çıktı ve kendini uzaydan boşluğa bıraktı. Yani bir nevi uzaydan dünyaya 'atlayarak' 4 dakikada paraşütle yere indi. Baumgartner, araç kullanmadan ses duvarını aşan ilk insan oldu.
Oldu da, bakalım twitter'da neler oldu? Türk halkı, bu olayı sanal alemde nasıl yorumladı?
(Alaycı): 'Felix atlar atlamaz imana geldi. Secde etti, paraşütü de kırmızı beyaza dönüştü. Kesin dedesi Türk'tür.'
(Kelime canbazı): 'Kendi düşen ağlamaz be Felix'ciğim...'
(Felsefi) : 'Felix ölseydi, intihar mı olacaktı, iş kazası mı? '
(Sitemkar): 'Ben Boğaziçi köprüsünü iki saatte geçerken Felix'in uzaydan dört dakikada gelmesi çok dramatik.'
(Çamur atan): ' Ne var yaa, atlanır aslında..'
(Sporsever): ' Felix de iyi de, neticede bir Alex değil...'
( Politik): 'Felix Türkiye'de hava sınırına girmezse iyi. Esenboğa'ya indir, Suriye'ye kaçak silah götürüyo mu diye ara falan...'
(Aklı uçkurunda): 'Felix de ne kız götürür şimdi he!'
Haydi, bu da benden olsun : Felix bir Türk çocuğu olsaydı bu atlayış asla gerçekleşmeyecekti. Çünkü bu planı duyan anne babası şöyle diyeceklerdi: 'Evladım, oradan atlayacaksın da ne olacak? Başın göğe mi erecek?'
Bizim yapamadığımızı yapmıştır ama işte dinsizdir, cinsel tercihi belirsizdir, namus anlayışı esnektir ya da azıcık şerefsizdir, o kadar da olur canıım... Onlar da başarının toplumsal vergileridir bizde...
Efendim, yine mi güzel bir yazı yazmışım? E, yazıyor namussuz!
Yorgan gitti, Avrupa rüyası bitti
Nobel barış ödülü, Avrupa'ya barış ve istikrar getiren Avrupa Birliği'nin oldu. Kıtayı birleştiren bu oluşumun, 2. Dünya savaşı sonrasındaki en büyük barış projesi olduğu öne sürülmüş ki yalan sayılmaz.
Yalnız !
Savaşın olduğu her yerde ekonomi var, savaş ekonomisi var, rant var! Bakın bizim güneydoğuya, gerçekten istenseydi bu kirli mücadele bitirilemez miydi? Bitirilirdi bitirilmesine ama ekonomik kökenli savaşlar ancak -gerekirse askeri çözümle desteklenen- ekonomik çözümlerle bitirilebilir ki sanırım bu kimsenin işine gelmedi o dönemde...
Bakın orta doğuya! Bu kaynatılan kazanda hiç mi ekonomik malzeme yok? Ağababası var!
Yani, savaşın olmadığı Avrupa Birliği hudutları içinde ekonomik kriz olması da kaçınılmazdı bence... Bu işin bir yanı.
Diğer yandan, ödüle gerekçe olarak geçen on yılda Türkiye'nin üyelik olasılığının ülkenin demokratik ve insani haklarının gelişimine katkıda bulunduğu da ifade edilmiş.
Yani kedi olalı bir fare tutmuşuz (!) biz de... Avrupa Birliği'nin ödülüne karınca kararınca bir katkımız (!) olmuş. Peki, AB bizi nasıl ödüllendirdi?
Avrupa Parlamentosu Bütçe Komisyonu Başkanı Lamassoure'un açıklamasıyla, '2000'li yılların başında gündemde olan Türk sorunu, ne Türkler ne de Avrupalılar ortak olmak istemedikleri için artık gündemden kalkmıştır. 'Türkiye'nin AB'ne üyeliğine karşı çıkan safta yer alan Lamassoure, ' Yorgan gitti, kavga bitti' demiş, resmen.
Sayın başkan, artık satacak şeyi kalmayan Avrupa'nızı alın da turşusunu kurun. Size yeni popüler olan bir Türk deyimiyle, 'Oğlum bak git!...' diyoruz.
Kalkışa geçiyoruz
Milli duyguları kalkışa geçiren yeni Türk Hava Yolları reklamını pek çok kişi gibi ben de pek beğendim. Başarılı ve zekice bir uygulama. Keşke reklamda bir de sarışın müzisyen görseydik... Görünen kişilerin hemen hepsi Asyalı, tümü de esmer. Havayollarımız dünyada sadece esmerlerin mi hizmetinde?
Ayrıca! Milli havayolu şirketimizin reklamda bize hissettirdiği duyguları uçuşta da yaşamak istiyoruz... Keşke THY, kalkış saatlerinde de aynı hassasiyette olsa. Yarım saatlik gecikmelerin artık adı rötar bile değil. Uçuş kartımızda yazan biniş saatinde biz hala kuyrukta oluyoruz. Rötarsız görünen bir uçuşta, uçağa biniş saatimiz, normalde uçağın kalkış yapması gereken saat oluyor.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.