Benzer kişiler neden anlaşamıyor? Çünkü ilişki dediğin bir oyundan başka bir şey değildir. Bir çocuk parkında tahtırevalliye binmektir. Birimizin mutluluk ve neşeyle ayakları yerden kesildiğinde, diğerinin kontrolü eline alıp (bir tahtırevallide ağır basan tarafın yaptığı gibi) ayaklarının yere basmasıdır. Eğer ikimiz de birbirimize benzersek (tahtırevallinin aynı tarafına oturmuş gibi) aynı anda ya ikimiz de çılgınlığa sürüklenir, ya da kıçımız aynı anda sertçe yere çarpmaz mı? Demek ki farklılıklarımız, bir bütün oluşturabilmek adına önemli birer zenginlik. Yoksa ikimiz de bir ilişkinin mantığı, beyni olsak, iki beyinli, yüreksiz bir gövde, bir hilkat garibesi olmaz mıyız biz?
İnsanlar işte bunu görmezden geliyorlar. Karşılarındaki kişiyi değiştirerek bir ilişki kurabileceklerini sanıyorlar. Oysa bu, sevdiğini yiyerek sindirmek, yok etmek, asimile etmek demek. Aslında bir başkasıyla değil, kendiyle ilişki kurmaya çalışmak demek.
Gerçek bir ilişki kurmanın tek yolu, sevdiğinin kendisi olabilmesine izin verebilmektir. Onun nasılsa bir gün değişeceğini ummmak değil, onun sevmediğimiz yönlerini idare edebilmektir. Onun kullanım kılavuzuna sahip olmak demektir. Onun bozulmaması için ona nasıl davranacağını bilmek, demektir. Bunu hepimiz yapıyoruz ama kadınlar biraz daha fazla yapıyor çünkü yaradılışları gereği fazla mükemmeliyetçiler. Yetinmek yerine razı geliyorlar. Doğa yasalarına uymamakta direniyorlar.
Misal, erkek, doğası gereği, kurttur. Kadın kurdu sevmez ve başka bir hayvana dönüştürmek ister. Tercihen bir ata, yunusa ya da papağana. Gelgelelim kurdun iyisi köpeğe, kötüsü ise çakala dönüşür. En iyisi fazla zorlamamak!
Bakıcaz
Anadolu'nun en ücra köşelerindeki meslek yüksek okullarına kadar üşenmeden tüm üniversitelere gidiyor, gençlerle söyleşiyorum. Onları gelecekle ilgili motive etmeye çalışıyorum. Tabii eğitim dediğin çift yönlü bir süreç. Onlara öğrettiğim kadarını bana öğretiyorlar, farkında olmadan...
Verdiğim iletişim eğitimleri sırasında, gençlerin çoğunun okuduğu bölümden memnun olmadığını, hemen hepsinin günlük yaşadığını ve Acun'vari şekilde (yarışmalarla kendini kanıtlayarak) 'yırtmak' istediğini gördüm. Hayallerini ve hedeflerini sorduğum yüz öğrencinin doksan beşi, hayalle hedefi ayıramıyordu. Bir o kadar kişi, kendini şimdiden çerçevelerle sınırlamış, ufuk çizgisinin ötesine bakmayan, potansiyelini yok kabul eden genç umutsuzlardı. Elbette hayatın bize bir çerçeve çizdiği, öğrenilmiş çaresizliklerimizde boğulduğumuz, gerçekte yaşam sınavından geçerek hangi materyalden yapıldığımızı anladığımız , idealizmimizi realizm hapislerine tıktığımız bir gün gelecek ama bugün o gün olmamalı. Gençlerin bugünden o havada olmaları beni çok üzdü. Büyümeden ihtiyarlamış insanlarla birlikte olmak ne acı! Büyük çoğunluğunun hayali 'memur olmak'! Memur olmakta ayıp ya da küçümsenecek bir şey yok ama bu bir hedef değil, razı olunacak bir şey olmalı, öyle değil mi?
Benim bu düşüncelerden sıyrılıp hem gülmeme hem de düşünmeme neden olan yanıt, bir delikanlıdan geldi:
'İlerideki hedefiniz ne?'
'Tabii önce okulu bitirmek!'
'Sonra?'
'Bakıcaz.'
İşte Türk usulü hedef koyma! Ba-kı-caz.
Bu yanıttaki bilgelik, derviş tevazuu, tevekkül, hangi yanıtta var?
'Atam, sizden sonra ülkeyi Türk gençliğine emanet edecek misiniz?'
(Düşünün ki Mustafa Kemal bilgiççe gülümsüyor ve şu yanıtı veriyor)
'E, bakıcaz!'
Taksi şoföründen konuşma dersi
Bir TRT Spikeri ve güzel konuşma konusunda bir kitap da kaleme almış olan bendeniz, Kıbrıs Şehitleri'nden Kahramanlar'a gitmek üzere bir taksiye bindim. 'Beni Kahramanlar'a kadar atar mısınız?' deme gafletinde bulundum.
Ellili yaşlardaki şoför, bana dönerek hırıltılı bir sesle, 'Çöp müsün sen?' dedi. Bir anda öfkelenerek sesimi yükselttim. 'Anlayamadım?'
Adam istifini bozmadı, gülerek, 'Atar mısın, ne demek?' diye sordu.'Sen çöp müsün ki atayım seni?' Bir anda kendime hakim olup haklı olduğunu düşündüm. İnsan kısa mesafe gideceği zaman özür diler bir tonla gideceği mesafeyi izah ederken farkında olmadan değeri küçültücü bir ifade kullanıp 'Atar mısın?' deyimini kullanıyordu.
Taksici devam etti. 'Herkes kısa mesafede böyle söylüyor. Ne gerek var, kardeşim. Bu benim vazifem. Mesafe kısa da olsa gideceğiz.' Gülümseyerek haklı olduğunu itiraf ettim. 'Helal olsun' dedim. 'Durağa gidince arkadaşlarına anlatırsın, diksiyon hocasına konuşma dersi verdim, diye...'
Aklınızda bulunsun, siz benim hatamı tekrarlamayın. Kimbilir, belki siz de aynı şoföre denk gelirsiniz ve onun bu davranışını benim kadar olgun karşılayamayabilirsiniz.
Ruh mu, beden mi?
Bu dünya bedenle kucaklanmak içindir. Onu zihninle sadece anlamlandırabilirsin. O yüzden sadece zihinle, dokunamadan yaptığın tarifler hep biraz eksiktir. Aynı şekilde zihinsiz, sadece etten varlığınla sevdiğin bir dünya ise hayvanıdır. Tilkinin tavuğu sevdiği kadar insancıldır ancak.. Yaşam sınavında hem et hem de ruh gerekli araçlardır.