• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • Namaz Vakitleri
  • VavTv Canlı Yayın
Hayatın tokadı niye? HAKAN URGANCI

Hayatın tokadı niye?

hakan.urganci@yeniasir.com.tr Tüm yazıları
Giriş Tarihi: 02 Kasım 2013, 17:28
'İnsan bir makinedir...'
Gurdijef'in öne sürdüğü bu teori, pek çok kişiye saçma, hatta günah gelebilir. Nice sanatsal güzelliklere imza atan insanın bir ruhu yok mudur ki makine olsun?
Belki de ifadeden kastedileni doğru anlamıyoruz. Anlatılmak istenen, insanın fena halde koşullanmış, otomatikleşmiş bir varlık oluşu. Beynin pek çok fonksiyonundan biri de bir şeyleri otomatik olarak gerçekleştirebilmemizi sağlaması. Bu son derece pratik, zaman kazandırıcı ve çoğunlukla da hayat kurtarıcı bir meziyet. Eskilerin meleke dediği, Amerikalıların da kas hafızası olarak tanımladığı pek çok otomatik hareketimiz bu kapsama giriyor. Örneğin bir yandan konuşurken bir yandan da otomobil sürmek gibi pek çok eylem, bu bağlamda değerlendirilebilir. İyice içselleştirdiğimiz için artık 'düşünme gereği duymadan' yaptığımız her şeyi kastediyorum. En basiti, araba kullanmayı örnekleyelim: Ustalaştıktan sonra debriyaja ya da gaza bilinç düzeyinde mi, yoksa farkında bile olmadan, kendiliğinden mi basıyorsunuz? Dediğim gibi, tüm kalıplaşmış hareketler, zaman, bazen de hayat kurtarır. Bir yılan gördüğünüzde 'Evet, bu bir yılan. Yani tehlikeli olabilir. O halde kaçınmam gerek' diye düşünüp ondan sonra mı harekete geçiyorsunuz, yoksa koşullanmış bir şekilde direkt zıplıyor musunuz?
Bu, işin iyi yanı. Oysa bir de kötü yanı var. İnsan denen kocaman makinenin hangi kısmı hür irade diye soracak olursanız, ancak onun üzerindeki bir küçük düğme ya da vida olduğunu ileri sürüyorlar. Koşullanmalarımız, önyargılarımız, kalıplarımız tüm bir yaşamı işte bu derece yoğun bir şekilde etkiliyor. Hayatımız boyunca çok az farkındalık anına sahip olduğumuz söyleniyor, ki doğrudur. Geleceğin belirsizliğinden ötürü kaygı duyuyor olduğumuzdan, acı dolu bile olsa artık yaşanıp bitmiş olan geçmişte yaşamayı sürdürmeyi tercih ediyoruz. Anın tadını çıkarmayı, akışta kalmayı bir türlü beceremiyoruz. Farkında olsak, ah bir fark etsek...
Sadece nefes alabilmenin ne büyük bir mucize olduğunu.
Sürekli ağlamasına bozulduğumuz bebeğimizin bu anlarını -dünyanın tüm altınını da versek- bir kez daha yaşayamayacağımızı.
Sabah eşimizden aldığımız günaydın öpücüğünün belki de bu dünyada bir tene son dokunuşumuz olduğunu.
Bugün acı veren pek çok şeyin yarın belki de minnet ve özlemle anılacağını.
En fakir günlerimizin en dolu dolu, en sahici yaşanan günlerimiz olduğunu.
Hasta olduğumuz için yasaklanan bir tatlının sadece bir kaşığını kaçamak bir şekilde ve farkındalıkla tattığımızda bunun dünyanın en harika tadı olduğunu...
Huşu duymadan, farkında olmadan, egoyu tenden boşaltıp yüce varlığı içine almadan, dünyevi kaygılarla yatıp kalkarak kılınan bir namazın boşa olduğunu...
Yogiler bu yüzden meditasyon yaparlar. O sessizlikte kendileri ve evrenle tanışmak, fark etmek için... Hindistan'da bazı bilgeler, yanlarına gelen çıraklara ilkin sert bir tokat indirirlermiş. Bu tokadı böyle bir bilgeden asla beklemeyen çırak, müthiş bir şoka girermiş. Amaç da buymuş zaten, dolu olan bardağı boşaltmak, bardağı sıfırlamak, bir kişi ya da olguya dair iyi ya da kötü tüm olguları yerle bir etmek, ezberleri bozmak. İşte bu tokat anı, farkındalık anıdır. Aydınlanma anıdır. Zihnin sustuğu, gerçek yaşamın içinize aktığı andır. Yaşamın ani bazı kayıpları, trajedileri, yıkımları niye var diye soruyorsak, belki de o bir tokattır. Yaşamaya, fark etmeye, bilmeye değil anlamaya dair bir tokat...

Best'in be'si

Kim demiş İzmir'de basın yayın yok, diye! Kim demiş, İzmir'de magazinciye ekmek yok diye... Olmaz mı? Bir tek cemiyet dergisinden, tek bir mutfaktan kalfa olanları bırakın, çıraklar dahi bugün usta oldu. Hepsi kendi kanatlarıyla uçmaya başladı. Her ne kadar İzmirimizde reklam pastasının biraz kısıtlı olması dergiler arasında kıyasıya bir rekabete yol açıyor olsa da bu çekişmeden kazançlı çıkan da biz okuyucular oluyor ve İstanbullu kardeşleriyle aralarında kalite farkı olmayan harika işler üretiliyor. Tabii matbaası ayrı kazanıyor, reklam ajansı ayrı... Ege'de pek çok meslek erbabının yetişmesi ve bu zanaatın usta çırak ilişkisiyle yenilere aktarılması da cabası.
Bu halkaya son eklenen, Beliz Baran'ın imtiyaz sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni olduğu BeStyle oldu. 'Bu Be, Beliz'in Be'si mi?' diye sorduğumda, Beliz, her zamanki yaramaz gülüşüyle 'Hayır, Best'in, yani en iyinin Be'si' diye izah ediyor. Beliz'in bu sözüne çok ikna olmasam da tarzını seviyorum. Derginin Genel Yayın Koordinatörü, sevgili arkadaşım Nur Khasawneh Çitköylü, (Hayır sadece Nur'un ismini yazsak dergide yazılara yer kalmayacak) bu sektördeki on yıllık deneyimini yolları bu macerada kesişen Baran'la birleştirerek yeni bir mecraya dökmekten dolaylı tatlı bir telaş içinde... İzmir çıkışlı ulusal yeni magazin dergimiz BeStyle, aylık yaşam ve stil dergisi. Yüksek moda ruhunu sınırsız yaşam tarzı ile harmanlayan, hedef kitlesi stil sahibi kentli kadın olan, kadın ruhundan ve erkek dilinden anlayan dergi, 1 Kasım itibarıyla okurlarıyla buluşacak. İyi ki doğdun BeStyle, diyorum. Umarım uzun ömürlü olursun...


Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.