• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • Namaz Vakitleri
  • VavTv Canlı Yayın
Yeni yılda köpeği dışarı çıkarın HAKAN URGANCI

Yeni yılda köpeği dışarı çıkarın

hakan.urganci@yeniasir.com.tr Tüm yazıları
Giriş Tarihi: 04 Ocak 2014, 16:16
Köpeği olmadığı halde köpek seven bir insan olduğum bilindiğinden, köpek sahibi arkadaşlarım bu özelliğimi kullanmayı pek severler (Ne de olsa yurtdışında bu konuda bir 'köpek gezdirme sektörü' bile var). Arkadaşlarımın köpeklerini gezdirirken, zavallı hayvanların ne sıklıkta sokağa çıktığını (daha doğrusu çıkmadığını) da anlarım. Köpek sizi deli gibi, nefes nefese bir şekilde çekiyorsa, bulduğu her çalı arasına arka arkaya kaka yapıyorsa anlayın ki o köpek bedenen sevilmekte ama ruhen sevilmemektedir. Yani köpeğin sahibi daha çok köpek üzerinden kendini sevmektedir. Ha, bu arada köpek aracılığıyla kendimi de gözleme şansım oldu. Bulduğu her minik toprak parçasını hasretle koklayan köpeği çekiştirmeye başlarsın bir süre sonra...
Sıkılırsın. Düz bir çizgide yürümek istersin. Köpek senin rotana uysun istersin. Bir başka köpekle selamlaşmasın, kedi falan zinhar kovalamasın, istersin. Mümkünse iki kez işesin, birden fazla da kaka yapmasın istersin (Elindeki torba sayısı da sınırlıdır zira). Sonuçta günde bir kez dışarı çıkan zavallıya da on dakikalık 'keyfince' yürüyüşü çok görürsün.
İnsan yavrusu da böyledir aslında. Ergenliği bitirene dek, içinde kırlarda koşup oynamak isteyen bir yavru köpek vardır. Hani, yavruyken çok dert değildir de, eğitimi bitip de eve alıştıktan sonra uygar olması beklenir. Yetişkin bir insanın içindeki köpek kısırlaştırılmış, eski oyunculuğu ve neşesi kalmamış, dolayısıyla kilo da almıştır. O artık bir ev hayvanıdır. Evde tüy dökmesin diye koltukların üstüne dahi çıkması yasaklanabilir. Faytona deli olur, havladı mı uyarırlar. 'Vecihi, çok gürültü yapıyorsun. Komşular şikayete geldi bak' derler.
Evcil köpeğin karnını doyurma ya da donma derdi olmaz. Sevilir. Maaşı hazır mama, ikramiyesi bacaklarını açtığında okşanan karnıdır. İçimizdeki o evcil köpeğin öyle kalması gerektiğini biliyoruz. Şehirde yaşamak, bir aileye, bir cemiyete, kısacası bir sürüye dahil olmak için gereken neyse yapılmıştır. Köpek evcilleşmiş, tuvaletin, mama tabağının yerini hep ezberlemiştir.
Peki, iyi de hani içimizdeki yavru köpeğin kuyruğunu kovalaması? Hani istediği eski ayakkabıyı parçalaması? Yani canı istediğinde saçmalaması... Kulaklarını sadece arabanın penceresinden değil, her yerden rüzgarla buluşturması? Hani bu köpeğin vahşi içgüdüleri? Hani bizim köpeğimizin koklaşması, hırlaşması?
Özellikle de çoluk çocuğa karıştıktan, çocuklar biraz palazlandıktan, pek çok pasta mumu üfledikten, borçlar-iflaslar yaşadıktan, dansöz oynatıp hindili pilav yedikten, çeyrek altınlar takıp nice mevlidler okuttuktan, onca sorumluluğun üstesinden geldikten sonra içindeki köpeğin iyice yavaşladığını hissedersin. Artık küskünleştiğini, topu bile gösterseler heyecanlanmadığını, atlara dahi eskisi kadar ayar olmadığını fark edersin. Seni heyecanlandıran tek fırsatta gözlerin tekrar ışıldamaya başlar. Belki bir tatil, belki bir eski sevgili, belki asker arkadaşın, basar tetiğine... Çakaralmaz alevlenir, gürler tekrar. Bir bakarsın artık varolduğunu bile unuttuğun kuyruğun, deli gibi sallanıyor. İçindeki özgür köpek ayaklanmış, çayırlarda yüzünde rüzgarı hissederek koşuyor... Şu gerçek ki insanın yılda bir iki kez de olsa çocuklaşması, rutini kırması gerekiyor. Çok değil, belki evcil köpeğin dışarı çıktığı kadar... ( Tabii 24 saatte bir ölçüsüne ömür sürecine uyarladığın kadar..)
Biz zavallı insancıkların, içindeki köpeği az da olsa dışarı çıkarmaya, dolaştırmaya ihtiyacı var. Yapın bunu! Kırk yılda bir de olsa, içinizdeki köpeği dışarı çıkarıp gezdirin... Ancak her yere pislemesine müsaade etmeyin. Ya da yapsa bile arkasını toplayamaya niyetiniz olsun. Sizin köpek eğlenecek diye çevrenizdekilerin hayatının içine etmeyin, olur mu? Özellikle kırkından sonra azanlara yeni yılda önerim ve dileğimdir bu...

Şu yabancılar pek güleryüzlü oluyor ayol

Hep sözü edilir: Asansörde, sokakta, yabancıların tanımadıkları insanlara gülümsediği, günaydın falan dediği... Biri bizim yerli tecavüzcüye anlatabilir mi lütfen? 'Abi, kadın sana asılmıyor. Valla bak! Tamamıyla insaniyetten yani... O bıyığı burmayı bıraksak yalnız...'
Bizde tuhaf şeydir: Yabancıyla konuşulmaz. Yabancıya gülünmez. Özellikle asansörde en yakınlarla bile on saniyeliğine küsülür, tıp oynanır. Neden mi?
Bireyselliğini sağlıklı bir şekilde tamamlayamamış toplumların hastalığıdır bu...
Önce anneye kızılmaz, babaya öf denmez, büyüklerin yanında konuşulmaz. Dikey hiyerarşi vardır. Senden önemli birinin yanında konuşmak, gülmek zinhar onun varlığına hakarettir. Sonra birdenbire sorgulamaya başlamanı isterler. 'hakkını arasana!' derler. 'Ayak takımıyla fazla muhatap olma, sonra tepene çıkar' derler. 'Hah şöyle, biraz ciddi dur! Çekinsinler senden..' derler.
Misal, elin Amerikalısı patrona bile 'sen' diye hitap edebilir. Patron çalışanla kol kola yürüyebilir ama yine de çalışan bunu suistimal etmez, adamın tepesine çıkmaz. Çünkü bilir ki patronu gülerken de dönüp ısırabilir. Bilir ki, samimiyet ayrı, performans ayrı şeydir.
Bu gavur (!) milleti daha küçük yaşta, önce ana babasına 'Hayır' deme özgürlüğüne sahiptir. Tabii ana babası da çocuğun her istediğini yapmak zorunda değildir. İki taraf için sınırlar erkenden çizilir. Bizde böyle değildir. Biz, sınırları olmayan bir toplumuz. Gülerken hayır diyemeyiz. 'Yüzümüz yumuşak görünmesin' diye ancak gardiyan suratı takındığımızda reddetme lüksümüz vardır.
Oysa ki 'Hayır' demeyi bilen kişilikli çocuklar yetiştirmeyi başardığımızda, asansörde güleceğiz, yabancıya selam vereceğiz, tecavüzcümüz de bir kez daha düşünecek, öyle her haltı kendi üstüne alınmayacak... Budur !


Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.