Milletin politikacıya değil pile ihtiyacı var
İki kişi, üstünde pil üreticisi firmanın reklamının bulunduğu camla kaplı otobüs durağına giriyor. Durağın her iki tarafında insanların elini koyacağı bir bölme var. İşte bu bölmeler, dev pilimizin artı ve eksi kutupları. İki kişi aynı anda elini duvardaki bölmeye dayayıp el ele tutuştuğunda devre tamamlanıyor ve tavandaki elektrikli ısıtıcı çalışmaya başlıyor. Böylelikle insanların iletişim ve dayanışma ihtiyacı da en iyi şekilde vurgulanmış oluyor.
Peki bu reklam bizim memlekette gerçek olabilir miydi?
Evet mi? Çok iyimsersiniz.
Düşünün.
Birbirini tanımayan iki kişi durağa yöneliyor.
İki kadın olsa...
Kadınlar birbirini pek çekemez. Ya aynı sınıftan olduklarını düşünecekler ya da rakip hissetmeyecekler.
İki erkek olsa...
Asla!
İki erkek el ele tutuşmuş... Gören ne der? Ha donmuşsun, ha cehennemde yanmışsın. O delikanlıları öldür daha iyi! Bizim millet ölür de erkekliğine laf getirmez.
Bir kadın ve bir erkek? Tabii birbirlerini tanımamaları koşuluyla...
Olmaz.
Adam elini tutan kadının ısınmak istediğini değil yollu olduğunu düşünür. Önce birlikte ısınırlar sonra birbirlerine ısınırlar diye düşünen adam hemen bir kahve içmeyi (!) teklif eder. Diyelim kadın kabul etti, muhtemelen adamın onunla evlenebileceği ihtimali üzerinde durur, otobüs gelene dek zihninde torun sahibi olur. Bu durumun sonunda adam tecavüze yeltense, hakim, kadın adamın elini tutmuş diye olayda rıza olduğu kanaatine varabilir.
İki eşcinsel erkek durağa gelse?
Bak o olur. Zor olur ama olur. Çoğu eşcinsel, topluma rolünü açık etmek istemez. Sadece azınlık bir kısım 'Delikanlı' eşcinsel el ele tutuşur ve devreyi tamamlar.
Bu hoş reklam, beni mutlu ettiği kadar üzdü de... Toplumun -özellikle seçim öncesi- kalın çizgilerle ayrışan ve birbirlerini vatan hainliğiyle suçlayacak kadar nefret içinde olan iki kesimini şu an ne yazık ki donma tehliksei bile birleştirebilir görünmüyor. Allah akıl fikir versin! Öyle ya da böyle, bu seçim bitecek sonunda politikacılar iktidarıyla muhalefetiyle yine ellerini oğuştururken biz el elde, baş başta yine birbirimize kalacağız ha! Hatırlatayım dedim de...
Kör müsün birader?
Kör olan biri ameliyatla görmeye başlarsa, görmeyi yeniden hatırlaması gerekiyormuş. Çünkü göz, sadece veriyi ileten kabloymuş. Asıl gören, beyinmiş. Dolayısıyla, beynin aldığı veriyi işlemeyi tekrar öğrenmesi zamana ihtiyacı varmış. Kaya tırmanıcısı Eric Weihenmayer, 23 yaşında kör olmuştu. Sporcu o zamandan bu yana tırmanışlarını 600 küçük elektrot içeren ve Brainport olarak bilinen küçük bir levha parçasını ağzında taşıyarak yapıyor. Bu, onun tırmanırken dili aracılığıyla görmesini sağlıyor. Dil, normalde bir tat alma aracı olduğu hale, taşıdığı nem ve yarattığı kimyasal ortam, yüzüne karıncalanma hissi veren bir elektrot levhası yerleştirildiğinde onu bir beyin, makine arayüzü haline getiriyor. Levha, video girdisini bir elektriksel uyarı örüntüsüne çevirerek dilin uzaklık, biçim, boyut gibi unsurları 'görmesini' sağlıyor. Weihenmayer, bu teknik sayesinde 2001 yılında Everest'e tırmanan tek görme engelli dağcı oldu.
Şimdi ben bunu niye yazdım, biliyor musunuz? Herhangi bir konuda 'ben yapamam' demeden önce bir kez daha düşünmemiz için...
Boşuna başkan olmuyorlar
'13 haftalık bir plana göre, 'ahlaki mükemmeliyet'e ulaşmak için program oluştururdu. Her hafta belli bir meziyete adanmıştı. Ölçülülük, temizlik, tevazu gibi... Bu meziyetlerin aleyhindeki davranışlarını bir takvime işaretlerdi. Franklin, bir meziyete olan sadakatini bir hafta boyunca sürdürebilirse, bunun bir alışkanlığa dönüşeceğini düşünüyordu. Ardından diğer meziyetlere geçerek (gittikçe daha az hatayla) kendini sırayla mükemmelleştirebilirdi. Böylece ahlaki kontrol dönemlerine yalnızca arada sırada ihtiyaç duyardı..'
Yukarıda 'Günlük Ritüeller' kitabından bir paragrafla hayatından bir kesit sunduğum isim, efsane Amerikan başkanlarından Benjamin Franklin.. Amerikan hayranı değilim, dış politikalarına herkes gibi deliriyorum ama 'adam gibi adamın' da hastasıyım. Yorumu size bırakıyorum.
Bak ölümü gör...
Endonezya'nın Güney Sulawesi Bölgesi'nde "Ma'nene" olarak adlandırılan ritüel, tüyleri diken diken ediyor. Bölgede yaşayanlar, her üç yılda bir ölülerine olan saygılarını göstermek ve onları onurlandırmak için mezarları açıyorlar. Ölmüş yakınlarını giydirip dolaştırıyorlar.
Hani bizde olsa yapan kafir kabul edilir. Lanetlenir. 'Mezarında ters döndü rahmetli' denir. 'Kemikleri sızladı' denir.
Yalnız bizde de ölünün cismini rahat bıraksak dahi ismini rahat bırakmıyoruz. Geçmişte bu ülkeye bir şekilde hizmet etmiş tüm değerleri bir şekilde kullanıyoruz. Gerekirse arkasından rahat rahat atıp tutuyor, işimize öyle gelirse seçim propogandasına alet ediyoruz. . Bakın- ölümü görün- ölüleri rahat bırakın! Özellikle de yaklaşan seçim döneminde... Yoksa gidin Endonezya'ya yerleşin orada ne halt ederseniz edin...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.