Bir kız arkadaşım dert yanmıştı: 'Siz erkeklere de hiç yaranılmıyor. Klasik bir kız olursak kezban diyor, küçümsüyorsunuz. Modern bir kadın olmaya kalktığımızda da kolay kadın muamelesi görüyoruz. Modern ve ne istediğini bilen bir kadın olmak kolay kadın olmak mı yani!'
Serzenişinde haklı olduğunu, yalnız bunu düşünen erkeklerin geri kalmış, aptal adamlar olduğunu söyledim. Tabii ki çeşitli hayat görüşlerine olduğu gibi muhafazakar hayatı benimseyen insanlara da sonsuz saygı duyuyorum ancak..
Benim derdim, deneyimli ve özgür kadını kolay kadın zannedip küçümseyen geri kalmış ve akılsız zihniyetle!
Bunlar zannederler ki, erkekleri tanımış bir kadın, kolay kadındır!
Behey geri zekalı! Tam tersi... Kolay dediğin zor kadındır esasında. Zor zannettiğin de daha kolay çıkabilir.
Şöyle örnekleyelim, tabii kabaca... Zor kadın dedikleri, ilişkide deneyimi olmadığı için kapalı, kendini ve hislerini zor açan, çekingen kadın tipi. İsterseniz yavaş davranması ve içine kapalı olması sebebiyle biz buna kaplumbağa kadın diyelim. Kaplumbağalar yavaş ve otobur canlılardır. Avcı değildirler. Evet, koruyucu bir kabukları vardır ama onları yakalaması zor değildir. Güvenlerini kazanması biraz zaman alır. Kabuğu bir kere çatladıktan sonra direnci kalmaz. Zor görünür, aslında incinebilirdir.
Kolay kadın dedikleri, bir kaplandır. Cilvelidir. Evet, hızlıdır. Etoburdur. Kalın bir kabuğu yoktur, açıktadır eti. Bununla birlikte, dişleri ve pençeleri vardır. Ona yaklaşabilirsin. Zaman kaybetmez. Ya senin olur, ya da seni parçalar. Ortası yoktur. Erkekleri mukayese edebilecek, iyisinin değerini bilecek kadar tanır.
Ona avcı gibi yaklaşma aptallığını gösterme. O avcıdır asıl. O isterse alır seni, sıkıldığında da çiğneyip atar.
Erkek milleti dışarıya kaplumbağa gibi kabuklu, kendisine dişsiz kaplan gibi oyuncu bir kadın ister ama pek yoktur öyle kadın. Bulursan da kaçırma, benden söylemesi. Ama ne yaparsan yap, ister kaplumbağa ister kaplan, bir kadını asla küçümseme! Yapacağın son muhteşem hata olur.
Çok değil, anı yaşa!
Bir arkadaşımız var. Adam bir kaç evlilik yaptı. Yenilen pehlivan güreşe, bu da nikaha doymuyor. Bir yandan onu 'acele ettiği, hep aynı yanlışları yaptığı' için suçlayabiliriz. Bu bir bakış açısı. Bir başka bakış açısına göre ise, en doğruyu yapıyor. Aşk mı, öfke mi, artık her neyse, duygularını o an, hem de dibine kadar yaşıyor. O an yaşıyor, bizim gibi derin dondurucuya atıp azar azar tüketmiyor.
Öfkelendiyse kafa göz giriyor. Sevdiyse, kolundan çekip 'Gel gidelim' diyebiliyor. Hayatın bir 'deneyim'den başka bir şey olmadığını, belki felsefe olarak değilse bile, ta derinden, sezgisel olarak biliyor. Bence bu arkadaşım, hayatını bir kadın gibi yaşıyor. Aynen kadınların yaptığı gibi, duyguyu öne alıyor. Mantığı işine geldiğinde, duygusu tükendiğinde kullanıyor.
Kadınlar böyle yaparlar. Kadından filozof çıkmaz pek. Çünkü, OSHO'nun deyimiyle, 'Kadınlar küçük şeylerle' uğraşır. Ve küçümsenen küçük şeyler, aslında hayatın ta kendisidir. Sen 'Tanrı var mı yok mu, ben ben değilsem kimim?' gibi sorularla boğuşurken o biyolojik gereksinimini karşılıyor, dünyanın en büyük hazzını yaşıyordur. Çocuğunu doğurmuş, ona öğretirken ondan öğreniyordur. Bu yüzden kadın filozof değil, bilgedir. Balığı yer, kılçıkla uğraşmaz. O gelecekte değil, şimdide, şu anda yaşayabilir. Biraz da bedeni ona böyle emrettiğinden...
Zihnimizden çok daha eski ve deneyimli olan beden, aslında her şeyin en doğrusunu bilir ve sana söyler. Tabii onu dinlemeyi becerebilirsen...
Erkek zihnini dinler, mantık yürütür. Planlayıp gelecekte yaşar. Teselli istiyorsa geçmişte yaşar. Nadiren şu ana gelebilir. Oysa kadın, her ay ona kendini belli günlerde hatırlatan bir bedenle, bir biyolojik saatle yaşar. Bedenini dinlememek onun için bir seçim bile değildir. Bu adeta imkansızdır. O şu anı, şimdiyi en iyi şekilde değerlendirir. Çünkü yaşam sadece şimdide ve buradadır
Bir kontrol delisi olarak sizden bir iyilik isteyebilir miyim sevgili okur? Bir daha hapşırdığımda bana 'Çok yaşa!' demeyin. 'Anı yaşa!' diye hatırlatın, olmaz mı?
Mahrem gölgeler
Selda Terek Bilecen, Bilgi Yayınevi'nden çıkan son kitabı 'Mahrem Gölgeler' ile beni hayli tokatladı. Kitap, terkedilen erkeğin psikolojisini, başka bedenleri kendine günübirlik 'yama' yapmasını oldukça sade ama edebi bir dille anlatıyor. Kitabı okurken, bir erkek olarak kaç kez dehşete düştüm: Bu satırları bir kadın yazmış olamazdı. Selda, içindeki 'sıfır kilometre erkeği' bu kitap için serbest bırakmış.
Erkeğin günübirlik ilişkilerini onaylamasa da nedenini biliyor, yargılamaktan uzak duruyor. Kitapta gelgeç ilişkiler, 'Grinin elli donu' sığlığına ve argoya kaçmadan hakkıyla işleniyor. Ergen kız ya da kadın duygusallığıyla tribünlere oynamıyor Bilecen. Kahramanları çekici ama ideal değil.
Kırık dökük, kusurlu. Bu yüzden çok canlı, çok insan. Kendini avcı zanneden erkeğin, dişli bir kadını görünce nasıl oyuna geldiğini heyecanla izliyorsunuz. Buna rağmen şiirsel bir mesaj da vermeden duramıyor: 'Ya sarıl değerlerine, ya da git diğerlerine!' Kadınlar kadınları tanıyor olabilirsiniz ama bir kadının gözünden bir erkeği hiç böyle okumadınız.