Hürol Dağdelen

Fuar konserleri neden olmasın!

İzmir Enternasyonal Fuarı, 78. kez kapılarını açtı; sönük, tatsız, ilgiden uzak, sıradan...
Bir de üstüne, Açıkhava Tiyatrosu'nda sembolik bir törenle...
Fuarın Lozan kapısında açılış kurdelesi kesmek bir fuar geleneğiydi; neymiş trafiği kilitliyormuş, bu tür açılışlar insanları huzursuz ediyormuş... Hiç de değil. O gün trafik akışını açılışa göre ayarla, sorun kalmaz.
Çünkü İzmir'i İzmir yapan değerlerinden biriydi fuar.. Cefasına katlanılan yüksek bir değer.
Dünya ülkelerinin, sanayinin, iş dünyasının, eğlencenin, lunaparkın, dünyanın en güzel parkında gösteri alanıydı fuar...
Şimdi bakıyorum da, hiçbir özelliği yok. Sanki yolu düşmüş, zoraki gelmiş havasında ziyaretçileri, sucuk ve döner kokusundan geçilmeyen sokakları, amaçsızca şöyle bir bakılan mağazalarıyla panayırdan farksız...
Oysa İzmir Fuarı, "kalite"ydi.
***
Şükür o günleri yaşamış bizim kuşak... İnanılmaz bir coşkuydu o fuar akşamları...
20 Ağustos-20 Eylül arasında tam bir ay, ziyaretçi rekoru kırardı. Türkiye'nin her ilinden, ilçesinden, köyünden bir gece için kalkıp gelen ziyaretçiler, unutulmaz anılarla dönerdi.
Orada yaşadıklarını da askerlik anısı gibi anlatırlardı aylarca... Bu yüzden ballandıra ballandıra dile gelen her öykü, ertesi yıl ziyaretçi sayısını daha da artırırdı.
Şehirlerarası otobüsler tıklım tıklımdı, oteller "doluluk" rekoru kırardı.
Sanat camiası, İzmir'e akardı. Gazinolar, aylar öncesinden gazetelere verdikleri ilanlarla, rekabetin fitilini ateşlerdi.
Bugün müzik dünyasının starları, o günlerin acemi solistleriydi. İlk kez sahneye fuar seyircisi önünde çıkar, gördükleri ilgi gelecekleri hakkında fikir verirdi.
Ustalar da yarışırdı; Zeki Müren bir ekoldu, Müzeyyen Senar bir dev.
Ülke pavyonlarını gezmek, broşür toplamak ayrı bir keyifti. Akşam eve dönüşte bacakları ağrırdı insanın... Ama bu kısa şikayetler, ertesi günkü tatlı sohbetlerin de ilk adımlarıydı.
Şimdi o ülkeler, bu yaz sıcağında kapalı bir alanda, karman çorman... Kimin nerede olduğu belli değil.
Oysa ekonomi, sanat, kültür, son model otomobiller, ilk televizyonlar, dünya ülkeleri fuarda sahneye çıkar, gövde gösterisi yapardı. Medya, o günlerde en yüksek tirajlarını yakalardı.
Çünkü, İzmir Fuarı, Türkiye'nin gözbebeğiydi.
***
Elbette aradan 30 yıl geçti, zaman değişti, alışkanlıklar farklılıklaştı, müzik sektörü gazinoyu bitirdi, televizyon gezmeleri çürüttü, bilgisayar ülkeleri, insanları parmak ucuna kadar getirdi, gazinolar kapandı.
Bunlar kabul...
Ancak teknolojik gelişmeler, dünyanın hiçbir ülkesinde, fuar gibi bir değeri bir anda bitirmedi.
Bizde hatlar birden kesildi.
70'li yılların sağ-sol kavgaları, 80 ihtilali, kutuplaşma, bencillik, bir kültür değerini "sıradan"laştırdı.
Herkes gözünü kapadı, vazifesini yaptı!
Medya baskısıyla da, fuarda bir arada görmeğe alıştığımız, her toplumsal değer İstanbul'a demirledi.
Şimdi, sök sökebilirsen.
Oysa fuar, İzmir'e liderlik armağanıydı.
***
Elbette, o geçen günleri bir daha yaşamak zor... Ama bazı şeyleri yeniden gözden geçirebilirsek, yeniden patlama yapmak, neden olmasın?
Örneğin, sanat dünyası... Her bir şarkıcı şimdi çıkmazda; ne albümünden, ne kasetinden para kazanabiliyor. Çünkü herkes, internetten indiriyor.
Geriye sanatçının halkla buluştuğu konserler kalıyor. Gazinolar bitti ama neden fuarda konser alanları yaratılmasın?
İstanbul, sanatçıların Rumelihisarı Konserleri'ni tekeline aldı, gündemden hiç düşürmüyor. Yenilerini de yaratma peşinde.
Neden, fuar konserleri olmasın?
Göstermelik, açılış onuruna değil, bir ay süren dinletiler dizisiyle...
Sanatçıya imkan yaratırsan koşa koşa gelecektir. Hem böylece, tüm Ege yine fuara akacaktır.
Tiyatroya, müziğe, müzikale, gösteriye doyar, hem yerli hem de yabancı topluluklarla...
Çünkü İzmir Fuarı, sanatçı için hala prestijdir.
Tabii istersen.
SÖZÜN ÖZÜ
Adalet topaldır, ağır ağır yürür, fakat gideceği yere er geç varır.
Mirabeau

İlgi görmesinin bir nedeni var

Son dönemde ekrana gelen diziler, daha çok "aile" içerikli... Geçen dönemin en çok izlenen dizisi "Canım Ailem" ile ayyuka çıkan bu tip öyküler, yapımcıları harekete geçirdi.
"Aile Reisi" bunlardan biri, keza "Geniş Aile" de... Son dönemde de "Aile Saadeti"...
Ben bu genel artışın, ilgiden daha çok içe dönük bir toplumsal kaygıdan kaynaklandığını düşünüyorum.
Ekonomik krizin eve kapattığı insanı avutan şey, ancak kendi düzeyinde, kendi sorunları çerçevesinde gelişen, şekillenen öyküler...
Dikkat ederseniz, hepsinde geçim sıkıntısı, işsizlik ve mutluluk arayışı var.
Kah dramatik, kah mizahi ama gerçek...
Kişi izlediği filmde, kendini ve sorunlarını bulunca, bir süre sonra çözüm arayışını da bu tip yapımlarda arıyor.
Bu açıdan bakınca da senaristlerin daha dikkatli, daha özenli olması gerekiyor.
Yani bunca sorun arasında, aşk üzerine naneler, eskisi gibi insanları sarmıyor artık...
Düşünün cep boş, cepken boş. İnsan aşka nasıl motive olsun.
Bunun neresi kanto?
Şarkıcılıkta dikiş tutturamayan, oyunculukta kendini geliştiremeyen eski ama seksi DJ Yeliz Yeşilmen, iki yıldır ekranda kanto yapıyor.
Ancak bu kanto değil, düpedüz kalça kıvırma...
Geçen yıl acemiydi hadi, peki bu yıl da mı? Hiç mi geliştirmez kendini insan...
Son olarak Flash TV'nin "Direklerarası" programında izledim Yeliz'i, yavan ve sıradan bir dans gösterisiydi yaptığı...
Şarkılar kanto ama dans değil.
***
Oysa kanto bir sanat... Hem kulağa, hem göze hem de estetiğe hitap eden bir görsel şölen...
Ne dansöz yapabilir kantoyu ne de sıradan bir dansçı...
Özel emek, tiyatral yetenek ve güçlü bir ses ister kanto.
İzleyicinin gönlüne giren, yüreğini mesteden, kulağının pasını silen, dans figürleriyle insanın gözlerini mahkum eden tek kişilik bir müzikaldir o...
***
Bu Osmanlı eğlence geleneğinin ülkemizde yaşayan son iki temsilcisi var, Nurhan Damcıoğlu ve Huysuz Virjin...
Ben kantoyu Nurhan Damcıoğlu ile tanıdım, hala da onun üstüne tanımam. Şimdi yine sahneye çıksa, "Yangın Var" dese, işimi gücümü bırakır, onu izlerim.
Çünkü o hala tek başına, koca bir sahneyi doldurabilecek yetenekte bir sanatçı.. Bu yüzden kimse eline su dökemez.
****
Kanto, sahnede akıp giden bir hayattır, tıpkı İspanyol büyüsü "Flamenko" gibi.
Yeliz eğer ciddiyse kantoda, mutlaka Nurhan Damcıoğlu'ndan, işin püf noktasını öğrensin.
Kanto yaparken ciyak ciyak bağıracağına, ses nasıl kontrol edilir, önce onu kıvırsın.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.