Semih Balcıoğlu'na vefa borcumuz var
Bu nedenle karikatüristler için hayat bir tablo gibidir. Kalemiyle yerleştirdiği kahramanları da birer figüran...
Pratik zekaları, olayı önceden okuma sezgileri, el maharetleri ve hayata bakışları, cömert bir Tanrı vergisidir bana göre...
Ülkemizde pek çok karikatürist yetişti, hepsi de dünden bugüne toplumsal gelişimde, insanların "kolay algılama" yeteneğini geliştirdi, gerçeği görmelerini sağladı.
Sözün özü, her karikatürist gerçeğe ayna tuttu.
***
Bu isimlerden biri de, ünü yurt dışına da taşan Semih Balcıoğlu'dur. Ne yazık ki, onu en verimli çağında kaybettik onu...
Türk karikatüründe "Cemal Nadir Güler ekolü ile 50 kuşağı arasında sağlam bir köprü" oluşturan Semih Balcıoğlu'nu yitireli 4 yıl oluyor. Büyük Ustayı, 4 yıl önce bugün İstanbul'daki evinde kalp krizi sonucu yitirmiştik.
Sürekli çalışan, 45 yıl gazete karikatürü çizmenin ötesinde, 26 kitap ve albüm yayımlamış olan Balcıoğlu, toplumsal bir değerdi bizler için..
Gençliğimde, Hürriyet'te yayımlanan karikatürlerine her bakışımda, dünya görüşüme yeni bir percere açılırdı.
Hele, Türk karikatürüyle özdeşleşen imzası, dikkat çekici bir unsurdu.
***
Bana Balcıoğlu hakkında, bir hatırlatma notu gönderen sevgili sanatsever dostumuz Lütfü Dağtaş, onunla ilgili bir anısını şöyle anlatıyor:
"Karikatürcüler Derneği Kurucu Üyesi, Onursal Başkanı Semih Balcıoğlu ölümünden bir ay önce Menemen Serbest Bölge'nin (İDESBAŞ) ulusal ölçekli geleneksel karikatür yarışmalarının birincisinde seçici kurul üyesi olduğu için İzmir'e gelmişti. Çok heyecanlı, coşkulu bir insandı. Gençlerin karikatürle haşır neşir olmasına bayılırdı. Seçim bittikten sonra, yakın dostları ben, Nüket Dağtaş, Milliyet'ten çizer Ercan Akyol ile İnciraltı'nda, açıkhavada keyifle birlikte üst üste 2 bardak çay içmiştik. Balcıoğlu, İnciraltı keyfinin ardından İDESBAŞ Yönetim Kurulu Üyeleriyle, Naci Usta'da akşam yemeğinde birlikte olmuş, "doktorum günde bir bardak kırmızı şaraba izin veriyor" diyerek, çimlerin üzerinde birlikte yenilen yemeğin unutulmaz anıları arasında yer alacağını açık sözlülükle söylemişti. Onu çok özlüyorum."
***
İlk karikatürü 1943'te Akbaba'da yayımlanan, Akbaba, Karikatür, Taş, Akşam, Vatan, Dünya, Tercüman, Hürriyet, Yeni Yüzyıl dergi ve gazetelerinde çizen, yurtiçi ve yurtdışında 41 ödül kazanan Semih Balcıoğlu, bu toplum için gerçeğin aynasıydı.
Emek, alınteridir. Yazı, resim ve çizgi ise, olaylara yiğitçe bir bakış..
Semih Balcıoğlu, işte o yiğit bakıştı.
Özlemi büyük.
GÜNÜN SÖZÜ
Sevdiğimiz insanın her yalanında bir doğru, sevmediğimiz insanın her doğrusunda bir yalan ararız.
Dostoyevski
Hanife Çetiner'in sesini duyun!
İzmir'in dünyaca ünlü tasarımcısıdır Hanife Çetiner... Dünyayı takip eden iyi bir modacı aynı zamanda... İzmir için bir şans, İzmir için el üstünde tutulması gereken bir değerdir.
Dün sabah Yeni Asır Tv'nin konuğuydu Çetiner.. Yaptığı çalışmalardan, yurt dışında defilelerde, güzellik yarışmalarında, gördüğü ilgiden, saygıdan söz etti ve bir vurgu yaptı:
Yabancılar, Türkiye'nin geleneksel çizgilerine, işlemelerine, yüzyıllardır ilmik ilmik işlenen giysi kültürüne, dokumalarına hayranlar.
Katılıyorum kendisine... Yerden göğe kadar haklı. Buna kaç kez tanık oldum.
***
Ancak bir gerçek var; biz ne yapıyoruz, kaldırıp atıyoruz. Geliştirmek yerine, yok sayıyoruz. Bunun çeşitli örnekleri var.
Örneğin el sanatları can çekişiyor, dokuma artık nostaljiden ibaret... Tezgahlar toprak altında, ustaları geçim sıkıntısına...
En vahimi ise, artık meslek liselerinde dokuma dersleri bir bir kaldırılıyor. Yüzüne bile bakılmıyor. Çaba gösteren eğitimciye öcü gözüyle bakılıyor. Öğrenciye cezbeden hiçbir uygulama yok.
Oysa yaşatılması gereken bir değer o emek...
Yabancıların ürünlerine hayranlıkla dokunduğu geleneksel "dokuma" kültürü ölüyor, el sanatları bitti bile!
İşte gerçek olan bu.
***
Hanife Çetiner'in iki de amacı var, gelecek kuşaklara bırakmayı düşündüğü...
Bunun için de, iki özel çalışma yapılması gerek...
O, İzmir'e hem kostüm müzesi, hem de dokuma müzesi yapılmasını istiyor. Yerel yönetimlere defalarca başvurduğu halde, önerisi bugüne kadar hep bekletilmiş...
Bu müzelere, en önemli kaynak yine Hanife Çetiner... Elinde öyle örnekler var ki, 200 yıllık, 300 yıllık...
"Gençler kültürümüzü görüp öğrenmeli. Yoksa benimle birlikte yokolup gidecek" diyor Çetiner...
Başka ülkede olsa, böylesine bir hazine için neler yapılmazdı.
Unuttum, "burası Türkiye" değil mi? Hani, dillerimize pelesenk olmuş o gerçek yani...
Sorarım size; kültürümüze karşı bu düşmanlığın, vatan hainliğinden ne farkı var?
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.