Afiş skandalı!
Haberlerini yapıyorum, takip ediyorum.
Ancak bu bağlamda bir şeye daha dikkat etmek gerekiyor; reklama...
Elbette bunun için de çalışma var. Broşürler basılıp otobüslere asılıyor, belediyenin sitesinden duyuruluyor, gazetelere servis ediliyor.
Bunda hiç sıkıntı yok.
***
Ancak geçen gün bindiğim belediye otobüsünde, gördüğüm bir konserin tanıtım afişteki dikkatsizlikler beni çok üzdü, hatta bir vatandaş olarak yaraladı.
Çünkü bunca emeğin karşılığı, bu aymazlık olmamalı diye düşünüyorum. Bu hem insana saygısızlık hem de işini yaptığın kuruma terbiyesizlik...
Konserin solistleri piyanoda İbrahim Yazıcı, viyolonselde Emel....
***
Şimdi afişe gelelim:
Koca koca puntolarla, piyano yerine piyona yazmışlar iyi mi... Tam bir rezalet.
Sadece bununla kalsalar iyi... Konserin tarihi de yanlış... Üstelik, bu kadarına da pes dedirtecek cinsten...
Konserin tarihi 12 Mart Çarşamba, iyi mi?
İnsan bir afiş hazırlarken, takvime bakar yahu... İş yaptığın kurum İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin konser mekanı İzmir Sanat...
Milyonlarca insana ulaşacak bir afiş hazırlıyorsun; baştan aşağıya yanlış, bu ne saygısızlık kardeşim!..
Engelberg Humperdink
Onu çocukluğumdan biliyorum... Müziğin plaklı günlerinden... O muhteşem sesiyle, yüreğime kazıdığı müzik keyfini yudum yudum içtiğim adamdır o...
50 yıldır uzaktaydı müzikten Engelberg... Hatta, köşesine çekildi, müziği unuttu diyordum.
Yanılmışım.
O büyülü ses, İngiltere adına Eurovision'da yarışacakmış bu sene; hem de 79 yaşında..
Ben böyle bir karara gülmek yerine, şapka çıkartırım.
Hem daha çok gençler arasında yarışacak bir sanatçının cesareti hem de toplumun kendilerini bir dönem zirveye çıkaran sanatçısına sahip çıkması adına...
Engelberg Humperdink'i, Eurovision'da izlemek, keyifli olacak.
Bundan eminim, göreceksiniz.
Eskiden...
Geçmişi anmak güzeldir; yoklukları, sadeliği, iletişim fakirliğini, sevginin yüceliğini, insan ilişkilerini...
Kimi zaman özlüyoruz o günleri...
Şimdi herşeyimiz var oysa, hatta eskiye oranla paramız da...
Peki ya insanlığımız?
İşte, kıyamet burada kopuyor. Çünkü mutluluğun resmini çizemiyoruz artık...
Tıpkı Müjdat Gezen'in satırlarında tarif ettiği gibi...
***
Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı.
Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
Dışarıda kar...
Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki.
Kuzinenin üzerinde demir maşa...
Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri.
Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu...
Sucuk lükstü. Yumurta lezzetli.
Ekmek her zaman ekmek gibi...
Bir kez olsun kümesten yumurta almamış,
Bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve fakat alışveriş
Merkezlerinin restoran katlarında boğucu bir gürültü ve havasızlık
içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler için ben ne kadar yaşlıyım...
Dışarıda kar...
İçeride kanaat...
İçeride huzur...
Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı.
Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer,
Kokusuna rolurduk.
Kestane közlemek büsbütün bir gecenin akıllara seza mutluluğuydu.
Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı hikayeler, hatıralar...
Birçoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma
Dizilerin ve filmlerin açtığı hasarlar yerine,
geniş ve besleyici bir masal dünyası...
Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret
kalacağımız kimin aklına gelirdi?
Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi,
sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı.
Çay da kokardı... Domates de...
Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkanının zenginliği yetiyordu.
Dışarıda kar...
İçeride huzur...
Zam endişesi, doğal gazın kesilme korkusu,
yolda kalma telaşı, rejim tehlikesi...
Kimin umurunda...
Ne güzel cahildik.
Mutluluğun resmini çiziyorduk.
Müjdat Gezen
GÜNÜN SÖZÜ
Yaşlanarak değil yaşayarak tecrübe kazanılır.
Zaman insanları değil armutları olgunlaştırır.
Peyami Safa
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.