Hayatı biçimlendiren en önemli unsur eğitimdir. Tabii sadece okulda değil, içinde aile var, toplum var, kişisel gelişim var.
Ama yadsınamaz bir gerçektir, eğitim...
Hani, herhangi bir olumsuzluk karşısında deriz ya, "Eğitim şart" diye... Evet şart; toplumsal bilinç için gerekli, lider bir ülke olmak için, abartısız, gösterişsiz yaşamak için gerekli...
Yoksa vahşi bir hayvandan farkımız kalmaz.
Eğitimli bir kimlik, toplumu doğru yönetir, yönlendirir, geleceğe taşır. Bunun için de toplum önderlerine ihtiyaç var ama sürekli kendine yontan değil, paylaşmayı bilen eğitimciler olmalı bu insanlar...
Yani aldığı eğitimin yükseğini okuyan, dalında ihtisaslaşan, "bilim adamı" kriterini yakalayan, topluma doğru bilgiler veren eğitim bilimciler...
Bu hedefi yakalamak için de doğru eğitilmeleri gerekiyor. Bu da üniversiteden başlıyor, yani işini iyi bilen öğretim üyelerinden kurulu eğitim kurumlarından...
İşte bu eğitim politikasını en iyi uygulayan yüksek eğitim kurumlarından biri de Dokuz Eylül Üniversitesi ve de onun bir kolu olan enstitüler...
***
Üniversite okuduğumuz yıllarda bizlere ulaşılmaz gibi görünen "Yüksek lisans", "doktora" gibi yüksek eğitim yapma olanağı günümüzde artık daha yaygın...
Gençlerin çoğu, en yüksek eğitimini yapmadan, okuldan kopmak istemiyor. Bir yanının eksik kalacağına inanıyor çünkü...
Bunun nedeni, üniversitelerin birçoğunda kurulan Sosyal Bilimler, Fen Bilimleri, Eğitim bilimleri ve Güzel Sanatlar gibi lisansüstü eğitim veren estitüler... YÖK'ün en önemli projelerinden biri olan bu kurumlar sayesinde, eğitim bir araç değil amaç haline geliyor artık...
Bu konudaki merakımı gidermek için, önceki gün Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Utku Utkulu'nun konuğu oldum önceki gün...
Ve çok özel bilgiler edindim, şimdiye kadar bilmediğim, duymadığım... Öncelikle İzmir'in lider konumunu...
***
Prof Dr. Utkulu keyifli, heyecanlı, yaratıcı, içinde bulunduğu eğitim kurumunun gelişmesinde pay sahibi bir insan... Bunu sohbet sırasında gözledim ve çok hoşuma gitti.
İlk izlenimim bu, demek ki, böylesine önemli bir kurumun başında işinin ehli bir insan var. Bu durumda kişi kendini daha bir güvende hissediyor.
Ve sonra rakamlar...
Prof. Utkulu, eğitim amaçlarını ve öğrenci sayısını şöyle özetliyor; "Enstitümüzde 27 anabilim dalında 38 tezli yüksek lisans, 33 tezsiz yüksek lisans ve 20 doktora programında yaklaşık 3000 öğrenci eğitim görüyor. Bu sayı her yıl giderek artıyor. Üniversitemize ve bölümümüze güven, bunun övüneceğimiz bir sonucu..."
Düşünebiliyor musunuz, diğer bölümleri de hesaba katarsak, bu üniversiteden yılda 1000 öğrenci, yüksek lisans eğitimi alıyor, hem de Türkiye'nin dört bir yanından...
Ve bunun ardından, İzmir'i lider yapan bir başka özelliği de ortaya çıkıyor. Bu bence daha da çarpıcı...
***
YÖK'ün, Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı çerçevesinde Türkiye'nin çeşitli üniversitelerinde görev yapan eğitimcilere de "yüksek lisans ve doktora" fırsatı tanıması ve Dokuz Eylül Üniversitesi'nin bu konuda etkin konumda kabul etmesiyle birlikte, sosyal bilimler enstitüsünün, yurdun dört bir yanından eğitimcilere kucak açması...
Şimdi ülkenin her bir köşesinden üniversite hocası, burada yeniden eğitim alıyor, yüksek lisans yapıyor, "doktora" imkanı kazanıyor.
Yani İzmir, daha etkin, daha bilgili, daha donanımlı üniversiteler topluluğu için önemli bir adım oluyor Türkiye'de...
Bu da, hemen aklıma Yaşar Üniversitesi Rektörü Prof. Murat Barkan'ın söylediği şu sözü getiriyor: "İzmir, üniversiteler şehri olabilecek kapasiteye sahip... Bunu önemsemeliyiz."
Demek ki, havada kalacak bir söz değil bu... Bir toplumsal gerçek...
***
Bu söyleşi kapsamında bir gözlemimi daha iletiyim sizlere... Bugüne değin, derme çatma, İzmir'in sağına soluna yayılmış bölümleriyle dağınık bir konumu olan Dokuz Eylül Üniversitesi, artık "Tınaztepe Yerleşkesi"yle derli toplu bir eğitim kurumu görünümünde...
Kabul daha çok eksiği var ama sürekli gelişiyor, bu güzel... Modern eğitim yapılıyor, spora büyük önem veriliyor. Hele bir de "Rektörlük binası" buraya taşınırsa, Türkiye'nin en iyi üniversitelerinden biri olur.
Prof. Dr. Utkulu'nun bize kampusü gezdirirken aldığım ışık bu... Eğitimci buna inanıyorsa, öğrenciler de sırt verecektir.
SÖZÜN ÖZÜ
Hayatımızdaki gölgelerin çoğu kendi güneşimizin önünde durmamızdan oluşur!
Ralph Waldo Emerson
Her milletin bir yemek kültürü var
Hiç Uzakdoğu yemekleri yediniz mi? Yani Çin, Kore, Japon yemekleri gibi... Ben düne kadar yememiştim, klasikçi tavrım beni hep engelledi.
Aynı tavır, yıllar önce Fransa'da ve İspanya'da da beni sıkıntıya sokmuştu, onların lezzetli ama fazla soslu yemeklerine hep soğuk baktım.
Yedim ama azar azar...
Geçen gün bir arkadaşım, beni hemen gazetemizin yanıbaşındaki Red Dragon'a davet edene kadar, dediğim gibi Çin yemeklerine de uzaktım.
Her gün önünden geçtiğim halde, hiç içeri girip yemek yemek aklımdan geçmedi.
Oysa gidip o keyfi tatmak lazımmış...
Bizim geleneksel "Türk yemekleri gibisi yok" gibi böbürlenmemizin ne kadar anlamsız olduğunu anlardım en azından...
Çünkü her milletin bir yemek kültürü var, Çin mutfağı gibi...
***
Eşimle gittik Red Dragon'a... O üç yıl önce Güney Kore'ye gittiği için Uzakdoğu yemeklerine alışkın... O da ilk günlerde zorlanmış ama tadınca keyfini çıkarmış...
O gün de öyle oldu, yemekler geldi, ben bir süre bakıp kaldım, eşim silip süpürdü koca tabağı...
Önce bir çorba geldi, acı mı acı... Ama bu acı hiç rahatsızlık vermiyor, damakta bitiyor; bir iki kaşık tadayım dedim, sonra bir de baktım tabağı yarılamışım...
Daha sonra etli ve tavuklu yemekler geldi, bir de pilav... Önce çekine çekine tattım, etrafa baktım, millet götürüyor, eşim de...
Azar azar derken, tabağı bitirmeme az kaldı, doymuştum. Aslında Çinliler, bizler gibi kaynata kaynata öldürmüyor sebzenin vitaminini...
Az haşlıyor, tadında bırakıyor; daha doğal, daha sağlıklı...
Ardından gelen kızarmış elma tatlısı, çok iyi geldi yemeklerin üstüne... Bizim lokmaya benzer bir şey... Onda hiç yabancılık çekmedim örneğin...
***
Ancak en çok garibime giden şey, önümüze konan beyaz cips... Onu bize ekmek diye vermişler, içeriğini sordum, aldığım cevap karşısında şaşırdım.
Adı, karidesli cips...
Bizim yediklerimizden hiç farkı yok, balık kokusu bile hissedilmiyor, orijinal bir şey... Tam yöresel...
Red Dragon'da Çin müzikleri ve o ülkeye özgü dekorda yemek yerken, aslında bir farklı kültürü tanımanın da keyfini çıkarmıştım.
Şimdi hedefim Pekin ördeği yemek...
Ne demiştim...
Ölümüyle büyük üzüntü yaratan Meral Okay'la ilgimi yazımın bir köşesinde çok yardımsever bir insan olduğunu yazmıştım.
İşte bu yürekli insan, ölümünden sonra da, bu toplumun gençlerine en büyük mirası bırakmış...
Tüm birikimlerini Ali Nesin'in Şirince'de kurduğu "Matematik Köyü'ne bağışlamış...
Büyük ve lider insan tavrıdır bu işte... Ülkesine değer katan oluşumları yüreklendirmek, ayakta tutmak...
***
Meral Okay'ın vasiyetine ailesi karşı çıkar mı bilemem... Ama davranışı, geleceğe örnek...
Türkiye sadece lafla, yapmış gibi görünmekle ya da ucundan tutmakla gelişmez, onun için yürekli olmak gerek...
Elini taşın altına koymak önce... Yaşarken de, ölümünde de...
Bu nedenle, menfaati için yaşayanlar ölümünde unutulur ama toplum için ışık olan "kahramanlar" asla unutulmaz.
Ailesine sözüm, bırakın vasiyete yerine gelsin, o matematik dahileri Meral ablalarını hiç unutmayacak çünkü...
Çünkü o bir kahraman.