Lafı artık eveleyip gevelemenin alemi yok, toplumun verdiği mesaj açık ve net:
"Artık ülkemin yönetim sorumluluğunu almaya talibim. Hiçbir dayatmayı kabul etmem, yaşama hakkımı kimse yönlendiremez. Hiçbir değerime laf söyletmem. Sevdiğim kişiliklere, hayat tarzıma karışılmasına izin vermem. Bu, başbakan dahi olsa..."
Yazılarımı okuyanlar bilir, son yıllarda toplumsal analizlerimde hep şunu vurgulamıştım. Toplum değişim içinde. İnsanlar gelecekte sorumluluk almak isteyebilir, gençler asla suskun değil, bilinçli geliyor, diye...
Bugün yaşanan budur. Tespitimin doğru ya da yanlış olduğunu tartışmak için açmadım bu mevzuyu...
Ancak benim bakışımla yaşananlar böyle özetlenebilir.
Antık insanlar sadece sandık başına gidip oy atmak değil, yönetime de anında müdahalede bulunmak istiyor.
***
Çünkü geçmişte toplumu yönetenler, hep "söz dinleyen" kitleler buldu karşısında...
70'li yıllarda yaşanan ideolojik çıkışın dışında, liderlerin gözünde toplum hep uysaldı, cahildi, söz dinlerdi. Böyle düşünmelerinin nedeni, biraz da içinde yaşadıkları toplumu iyi tanımalarından geliyordu. Zira, "Aman birileri bizi yönetsin de, benim işim başından aşkın" mantığıyla büyümüşlerdi.
Şimdi işte, bu anlayış değişti. Toplum, yönetimde sorumluluk almak istiyor.
Bunun için de sandığı beklemeye niyeti yok, tepkisini anında veriyor.
***
Onun için farklı kesimler aynı meydanda buluştu, düşmanlıklar bitti, ortak arzu "vatan" için "hemfikir" oluştu.
Bunun için yaşlı teyze, "Bu iş böyle gitmez" diyerek torununu kaptığı gibi Gündoğdu'da kendine yer buldu, sesini duyurdu.
Gördüm, yaşadım.
Bunun için rekabetleri hep kanlı yaşanan Karşıyaka ve Göztepe taraftaları, el ele verdi, birbirlerine saygı gösterdi, kucaklaştı.
Keza, diğer üç büyük takımın taraftarı da...
Bir anne kızını kaptığı gibi meydandaydı, bir baba oğlunun elinden tutmuş yürüyordu.
Ellerinde bayrak sallayarak, nasıl yaşamak istediklerini haykırarak, hissettirdiler duygularını...
Ve gençler, aralarında yaşlıları gördükçe, bugüne kadar hiç düşünmedikleri kadar değer verdiler, dinlediler onları...
Meydanın sesini dinlemek, onların yürek atışını görmek, ne istediklerini kavramak yeterdi aslında, gerçekler görmek için...
***
O meydanlara akan insanlar, sadece "Gezi Parkı"nda sökülecek 3-5 ağaç için değil, biber gazını insanların üstüne üstüne sıkan polise de tepki gösterdiler.
Yüreklerinde yaşattıkları Atatürk'e dil uzatıldığında, güçlerini birleştirdiler.
Onlar dayatmacı politikaları değil, insanca diyaloga nasıl özlem duyduklarını anlattılar, her bir harekette...
Bunun için, istediler ki medya da yanlarında olsun, demokratik isteklerini herkes duysun... Olmayınca öfkelendiler, tepkilerini sert gösterdiler.
Ben de bu toplumun içinde yaşıyorum ve onları çok iyi anlıyorum. Bunun için de Başbakan Erdoğan'ın inatlaşmayı bırakıp halkın çağrısına, onların "haklı isteklerine" kulak vermesi gerekiyor.
Biz bizi çok iyi biliriz. Hatalarımızı da sevaplarımızı da...
***
Bildiğim bir şey daha var, meydanlara akın akın gelen insanlar, çapulcu değil, halk... "Senin gazetelerin varsa benim de sosyal medyam var" diyen ve toplumsal bilinci giderek güçlenen bir halk bu...
Çapulcu olsa, yarattığı kirliliği temizlemek için meydana inmezdi. Oysa İstanbul'da halk sokakları temizledi, belediye işçilerine yardımcı oldu.
***
Şimdi asıl sorun bundan sonra... Bu protestolar sürer, yöneticiler de duyarsız kalırsa, bir iç savaş kaçınılmaz.
Hatırlayın, 1977 Taksim mitinginde, bir otelin çatı katında patlayan dört el silah sesi, Türkiye'yi nasıl karanlık günlere sürüklemişti.
Şimdi halka düşen, isteklerine nifak sokulmaması, birilerine çıkar sağlanmaması...
Bunun için bozgunculara fırsat vermeyin, aranıza sokmayın.
Hiçbir partinin ve siyasal rejimin, "söylemlerinizden" nemalanmasına izin vermeyin.
Çünkü bu yaşananlar bir "halk hareketi"dir, değeri var. İlk kez insanımı ben bu kadar kararlı ve sitemkar gördüm.
Bu ülke hepimizin ve "Evet" artık halk da artık yönetimde sorumluluk almakta kararlı. Çünkü hesap sormanın tadını aldı bir kere...
Sanatçının sesini duyun
Bu ülkenin kurucusu Büyük Önder Atatürk, sanata ve sanatçıya değer veren bir insandı. Onun için, Cumhuriyet'in ilanından sonra sanat kurumlarının yaygınlaşmasına öncelik verdi.
Tiyatroyu, operayı kurdu; toplumu yönlendirsinler, sanat zevki yaşatsınlar diye, birçok yetenekli gencin yurt dışına sanat eğitimi almasına sağladı.
Onların dönüşlerini bekledi, sahnelediği oyunları izledi, bestelerini dinledi, teşvik etti, onurlandırdı ve şöyle dedi:
"Sanatsız kalmış bir toplumun hayat damarlarından biri kopmuş demektir."
Daha sonra da ekledi:
"Güzel sanatların her dalı için, Kamutay'ın göstereceği ilgi ve emek, milletin insanca ve uygar yaşamı ve çalışkanlık veriminin artması için çok etkilidir. Güzel sanatlarda başarı, bütün devrimlerin başarıldığının en kesin kanıtıdır. Bunda başarılı olamayan milletlere ne yazıktır! Onlar, bütün başarılarına rağmen uygarlık alanında yüksek insanlık sıfatıyla tanınmaktan daima yoksun kalacaklardır."
İşte bu nedenle Atatürk bir dünya lideridir ve geleceği gören bir toplum bilimcidir.
Bu sözlerden 90 yıl sonra, sanat camiası, huzursuz ve kaygılı... Çünkü sanat kurumlarının devletle olan bağı koparılmaya çalışılıyor, sanatçılar yerel yöneticilerin insafına bırakılıyor.
Oysa sanatın yaşaması, yaşatılması, devletlerin, hükümetlerin sorumluluğundadır.
Toplumun huzuru da...
Şimdi günlerdir her kentte sanatçıların hükümete tepkileri var, yürüyüş yapıyorlar, miting düzenliyorlar.
İstiyorlar ki, yönetim seslerini duysun, sanatın toplumu ören damarları kesilmesin.
Haklı değiller mi?
GÜNÜN SÖZÜ
Hayatın en büyük trajedisi çok çabuk yaşlanmamız ama çok geç akıllanmamızdır.
Benjamin Franklin