Amacım, ateşin altına körükle gitmek değil. Asla, asla! Ancak; son zamanlarda Fikret Orman'ın o asılmış suratları ve kongre kararı alması! Şenol Hoca'ya karşı sataşma ifadeleri! Yine Hoca'nın, başkana karşın espriyle karışık ince ince sitemsel yanıtları, evde huzurun olmadığının, en büyük kanıtıydı bence... Bu kadar uzak iken, 'Nereden biliyorsun?' sorusuna gelince; maç öncesi uzatılan mikrofonlara konuşan Şenol Hoca'nın suratını görmeyenlere hatırlatayım. Na ha, bir karış, bir karış(!) Ne bileyim, gördüğüm kadarıyla Partizan, Beşiktaş'ın geçmişte elediklerine göre daha bi güçlü bir ekip... Ve alınabilecek kötü bir sonuçla, Beşiktaş Başkan ile hocanın arasının çok daha açılabilecenin korkusuyla maçı izlemeye başladığımı bilmem, nasıl anlatsam?
KAVGACI BİR TOPLULUK
Yerlere göklere sığdıramadığımız Vida beyefendinin, yanlış pozisyon almasıyla, Ricardo Gomes'in erken golü gelince, ruhen yıkılmamak, ne mümkün?
Her ne kadar kuşkularım yüksek olsa da, çok çok yavaş oynayan bir Partizan vardı sahada... Kendi evinde, çok fazla ısıramıyor, yüklenemiyordu Beşiktaş kalesine... Yine umutlarımın dingin olduğu o zamanlarda, Quaresma'nın ortasını gole çeviren Tolgay'la canlandım, bir an da... Sahi, 'Tolgay!' dedim de... Oynanan koca bi kırkbeş de, yalnızca Tolgay, Medel, Pepe, Quaresma adını en sıklıkla duymak, çok enteresan değil mi? İsimleri malum ama, neredeydi aklımda kalmayan diğerleri?
İkinci yarı ilerlerken, her iki ekibinde hangi taktikle oynadığı konusunda, meraktaydım doğrusu! Çünkü; hedefe ulaşmak yerine, birbirleriyle toslaşan, sürekli kavgacı ve 'hır!' çıkarmaya çalışan bir topluluk vardı önümde!
Her neyse... Karizmayı çizdirmeden, memlekete dönüyor Kara Kartallar...
Başkan-Hoca çekişmelerini, hoşuma gitmeyen maç kalitesini ve radarıma girmeyen oyuncuların kalitesizliğini, bir kasaya kilitledim bu akşam.. Sevinçliyiz...
Kulüpte, dakika dakika yaşanan her türlü sorunlara karşın, enseyi karartmadık ya, şu Sırbıstan coğrafyasında... Şükür