Doktor randevum vardı... İşten erken çıktım. İzmirliler bilir, biz Göztepeliler çok sık uğrayamayız karşı tarafa. Karşıyaka'ya gelmenin keyfini yaşıyordum yani. Bir fincan ile bu keyfi artırmak, hava da güzelken ne güzel olurdu... Nasılsa randevum 15.30 daydı ve o saate daha 50 dakika vardı.
Güzel havanın tadını çıkarabilmek için koskoca elli dakika..
Neler sığdırılmazdı ki bu 50 dakikaya...
Güzel bir kahve, iyi bir kitabın bir bölümü ya da ihmal edilmiş dostlarla telefon sohbetleri...
Veya kendini dinleme...
Bazılarının kafa dinleme diye tanımladığı ama bence ruha dikkat kesilme...
Kendinle baş başa kalma durumu...
Keyifle geçirilecek 50 dakikanın planını yaparken, birçok insan gibi beş dakika sonrasının bile kontrolümüzde olmadığını hatırlayamamıştım...
Beş değil ama 20 dakika içinde, tüm önceliklerin hatırlanacağını, belki de değişeceğini elbette bilmiyordum.
Büyük bir gürültü duydum önce...
Ayaklarımın altından yer kayıyordu.
Benimle birlikte içinde bulunduğum bina da sallanıyordu.
CILIZ BIR SES
Koşmaya başladım açık alana doğru. Taş çatlasa 50 metrelik mesafe bitmiyordu. Önünde bulunduğum mağazanın 3-4 metrelik yükseklikteki camlarının kırıldığını gördüm. Koşmaya devam ettim...Sevdiklerim aklımdan geçti, onlar da koşabiliyorlar mıydı?
Neredeydiler? Koşanların arasında bir kadın gördüm, çığlıkların arasında onun cılız sesini duydum...
Ben ne yapacağım, koşamam ki diyordu. Bileğinden yakaladım, gel benimle dedim...
Aklım hala sevdiklerimde... Ölüm korkusu yok o anda, merak ağır basıyor.
Sevdiklerim şu an ne halde? Hala koşuyorum, yer sallanmaya devam ediyor. Ya Rabbim, ne kadar aciziz...
Allah'ım hala sarsılıyor her yer...
Açık alana çıkıyoruz depremde donup kalan kadınla birlikte... Artık bitti...
Önce binaya bakıyorum, yıkılmamış, sonra kadına iyi misiniz, diye soruyorum...
Çocuklarım diyor kadın...
Telefona sarılıyorum hemen, çocuklarıma ulaşmaya çalışıyorum. İşte o anda korkuyu hissediyorum... Hem de iliklerime kadar...
Bizim yaşlı binanın ayakta kalma ihtimalini düşük görüyorum çünkü...
Telefon düşmüyor önce, neyse ki ulaşıyorum, iyiler...
Ama sevinemiyorum...
Sorumluluklarımız var... Ulaşmam gereken kişiler, almam gereken bilgiler...
Arka arkaya gelen aramaları cevaplamıyorum önce.
Şarjım yüzde 20'de... Aramam gereken çok yer var...
Karşıyaka-Göztepe güzergahında 3 saat süren yolculuğun 2. saatinde şarj kablosu buluyorum bir benzin istasyonunda.
Şarjım bitmeden ilçemizden iyi haberler alıyorum, sıkıntı yok... Ancak güvenlik şeridini kullanan AFAD, UMKE araçları ve ambulanslar olayın başka yerlerdeki vahametinden haberler veriyor...
HERKESIN HIKAYESI
Telefon trafiği azalır gibi olunca, haber kanallarını açıyorum...
Daha önce açamadığım aramaları yapıyor, eş dost akrabaya iyi olduğumuz bilgisini veriyorum...
İzmir'de herkes bu aralar deprem hikayesini konuşuyor...
Benim ki de böyle...
Bir de İzmir'in hikayesi var. İçinde dayanışma, merhamet, umut, hüzün ve daha bir çok insani duyguyu barındıran...
Ayda, Elif bebekler, İnci kızımız yüzümüzü güldürdü. Yine hep birlikte ağladık enkaz altındakilere...
Devletim tüm imkanlarını seferber ederken, STK'lar iyilikte birbiriyle yarıştı.
Tüm Türkiye İzmir için kenetlendi...
İnsanlık adına umudumuz arttı İzmir'in hikayesinde...
Ve dualarımız arşa yükseldi, acıların son bulması, bir daha yaşanmaması için...
Duaların kabul olmasını beklerken, bunun için çalışmaktan başka çaremiz yok artık...