Her zorlukta kolaylık vardır
Geceler olmasa gündüzler olur mu? Yokuşları yok etseniz, düzlükler kalır mı?
Çirkinlikler olmasa, güzellikler nasıl var olacak? Yani kışını yaşamadığınız bahar size gelmez... Düzlüğe çıkılır, çünkü yokuştan sonradır. Bu gerçeği hatırladığımızda çocuklarımıza yaptığımız kötülüğü de fark ediyoruz...
Hayatlarını güzelleştirmek için önlerine hazır sunduğumuz her şeyin ellerinden aldığımız fırsatlar olduğunu görüyoruz. Sabah kalktığında yatağını toplamayan, dolabını düzenlemeyen, oyuncaklarını ya da kitaplarını yerine kaldırmayan çocuğun o odayı sahiplenmesini, sevmesini beklemek çok da gerçekçi olmamalı... Senai Demirci hocanın örneğidir: Ikea'dan demonte aldığımız ürünleri evde uğraşarak monte ettiğimizde daha çok sahipleniyoruz. Hazır sunulana ise uzak kalıyoruz. Önlerine emeksiz hazır sunduğumuz her unsurla hayattan uzaklaştırıyoruz yani en sevdiklerimizi.
Sonra da şikayet ediyoruz, keyif almamakla, mutlu olmamakla suçluyoruz miniklerimizi.
KIYMETİNİ BİLMEK İÇİN
Yine Senai Hoca söylüyor: Allah cenneti de hazır vermemiştir diyor.
Cenneti bu dünyada yaptıklarımızla hak edeceğiz. Hazır verse kıymetini anlayamayacak, göremeyeceğiz.
Bence kıymet bilmek de şükretmekle yanyana...Hayatı doyumlu yaşamanın kuralı şükredebilmek... Şükretmeyi ise çok farklı anlamışız. Öyle yanlış anlamışız ki, şikayet eder gibi söylediğimiz çok şükür sözcüklerini pelesenk etmişiz dillerimize. Halbuki şükür sadece dilde değil, zihinde ve tüm benliğimizde olabilmeli.
Bu, ise sadece farkındalıkla mümkün. Güzellikleri, bahşedilenleri görebilmekle yani. Gördükten sonra takdir etmekle. Tüm bedenimiz ve ruhumuzla. En başta söylediğimize dönecek olursa, çirkinlikler olmadan güzelliği fark edemeyeceğimize göre, her zorluğun yanında kolaylık vardır ayetini de çok daha iyi anlayacağız belki de. O zorluk olmasa kolaylık da olmayacaktı yani. Kolaylığın, güzelliğin, düzlüğün ve birçoğunun mutluluğunu yaşayabilmek farkındalık ile bu farkındalık ise zıt kavramları ile mümkün yani. Keza, o zorluklara tahammül gücü de yine bu bilinç ile artacaktır.
EMEKLERİNE ENGEL OLMAK
Zorluk yaşatmak istemediğimiz çocuklarımızın emek vermelerine engel olarak, sadece başararak hissedecekleri özgüvenlerini yok etmekle kalmıyor; değer bilmeyi de öğretemiyoruz. Emeğe, verilene, hatta insana değer vermeyen bireyler yetiştiriyoruz. Halbuki Mevlana ne güzel söylemiş: Yüreğimiz kıymet bilene emanet... Hayatın zorluklarına göğüs gerebilecek, direnci yüksek çocuklar yetiştirmek evde başlıyor. Kıyamayıp, sorumluluk veremediğimizde; hayatın zorluklarını paylaşmadığımızda kırılgan, beceriksiz ve empatiden yoksun duyarsız çocuklar yetiştiriyoruz. Kendini prenses, kral olarak gören çocukların duvara toslamaları okullarda oluyor ilk. O duvardan aldıkları yara ile daha kral olmak için boş yere çabalayan çocuk, hayatı kaçırmaya okul yıllarında başlıyor. Bunun en temel sebebi ise, üzülmesinler diye bizlerin koruma duygusu ile yaptıkları.
İyi niyetle yola çıksak da; doyumsuz, farkındalıksız, emeksiz yemek bekleyen çocuklar yetiştirmemiz nedeni.
TEMEL BİLGİDEN YOKSUN
Emek ve yemek demişken, çocukların sebze ve meyvenin dahi nereden geldiğini bilmediğini görüyoruz günümüzde. Küçük çocuklara evdeki portakalın nasıl elde edildiğini sorun, vereceği cevap marketten alıyoruz olacaktır. Bu da vermemiz gereken en temel bilgilerden yoksun olduklarını göstermekte. Bir bitkinin büyüyüşüne, meyvenin ya da sebzenin yaratılışına, o büyülü sürece şahit olmayan çocuğun aldığı piyano veya resim dersleri sanatçı ruhuna çok da destek olmayacaktır diye düşünüyorum. Okullarımızda öğrencinin emek vererek, büyüttüğü bitkiler en önemli eğitim öğelerinden olacaktır kanımca. Şova dönüştürülen, göstermelik birkaç foto için ekilen fidelerden bahsetmiyorum elbette.
Bizzat öğrencinin hasat aldığı, kendi sorumluluğundaki ekim dikimler ile başlayabiliriz işe. Kim bilir belki de öğrenci tarlaları, ormanları ile gurur duyarız yakın gelecekte...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.