Tarih boyunca bilimsel keşifler ve teknolojik ilerlemeler, insanlığın kaderini değiştirdi... Ancak bu ilerlemenin ne kadarına hükmedebileceğimiz sorusu, hiç bitmeyen bir tartışma konusu yarattı bizlere...
Bilim ve etik arasındaki bu ince çizgi, 19. yüzyılın başında genç bir kadının kaleminde hayat buldu: Mary Shelley. Henüz 20 yaşında yazdığı "Frankenstein", yalnızca bir gotik korku romanı değil, aynı zamanda bilimin sınırlarına dair yazılmış en derin sorgulamalardan biri olarak karşımıza çıktı.
SADECE BIR 'CANAVAR' DEGİL
Mary Shelley'nin kaleme aldığı bu eser, sanıldığı gibi sadece bir "canavar" hikayesi değil... Genç kadın tarafından kaleme alınan bu hikaye, Victor Frankenstein adlı genç bir bilim insanının, ölü dokulardan yeni bir hayat yaratma çabasının yıkıcı sonuçlarını anlatıyor. Frankenstein, yaratma hırsı ve bilime olan inancıyla ölüme tabir-i caizse adeta meydan okuyor ancak yarattığı varlık kontrolünden çıkıyor. Bu noktada Shelley, bilimin sorumsuzca kullanılmasının insanlık üzerindeki potansiyel tehlikelerini gözümüze sokuyor adeta... Peki, bilim ne zaman sınır tanımamalı, ne zaman dur demeliyiz?
19. yüzyılın başında bu sorular fazlasıyla yeniydi. Henüz elektrik yeni keşfedilmişti, insanlar bedenin nasıl çalıştığına dair bilinmeyenleri keşfetmeye başlamıştı. Shelley'nin bu romanı yazdığı dönemde, bilimsel deneyler hızla ilerliyor, doğanın sırları birer birer çözülüyordu. İnsanlar, bu yeni bilimin potansiyelini öngörüyor, aynı zamanda ondan korkuyordu.
Bu ortamda Shelley, kurgusal bir bilim insanının kendi yaratımına karşı düştüğü acizliği ustaca yansıttı.
TOPLUMSAL YABANCILAŞMA
Ancak Shelley'nin eseri, sadece bilimsel ilerlemenin etik boyutunu tartışmakla kalmadı. Aynı zamanda insan doğasına dair derin bir soru sordu: Yaratıcı, yarattığı şeyden ne kadar sorumluydu? Frankenstein'ın canavarı, toplum tarafından dışlanmış, sevilmemiş ve anlaşılmamış bir varlık olarak dünyaya gelir. Onu gerçek anlamda canavarlaştıran ise ne doğası ne de yaratılışıdır, toplumsal yabancılaşmadır. Shelley, bu noktada okuyucuya empatiyi ve insaniyetin sınırlarını sorgulatan bir mesaj veriyor. Canavar dediğimiz şey, gerçekten de o kadar yabancı mı, yoksa kendi korkularımızın yansıması mı?
İşte Mary Shelley'in henüz gençliğinin baharındayken yıllar yıllar önce yazdığı bu hikaye, günümüzde sinemaya, dizilere ve farklı alanlara uyarlanıp kendine yer buldu.
Hala daha etkisini yerli ve yabancı yeni yapımlarda gösteriyor.