Hafta sonu beklenmedik gelişmelere tanık olduk. Piyasalar kapalı iken Merkez Bankası başkanı değişti. Kasım ayından bu yana Ortodoks yani geleneksel para politikaları uygulayan Naci Ağbal görevden alındı. Bu sürede ekonominin sorunlarına net tanı koyduğu için rasyonel politika çerçevesi çizmiş ve uygulamış, aynı zamanda sözlü beklenti yönetimini de, inşa etmeye başladığı güven unsuru sayesinde başarabilmişti.
Değişiklik başkanla kalmayıp politikalarda da olur mu sorusu ister istemez tüm yerli ve yabancı yatırımcıların hatta küçük birikimi olan sade vatandaşların bile aklına takılmıştı.
Zaten piyasaların açılması ile bu senaryo fiyatlanmaya başladı. Bakan Lütfü Elvan'ın dün sabah politika duruşunda bir değişiklik olmayacak mesajı vermesi piyasaları sakinleştirdi.
Kurların hisse senetlerinin nerelere geldiğini bir kenara bırakalım, biraz ekonominin temel bazı kavramlarına değinelim.
FAİZ NEDİR?
Para Politikası Kurulu her ay toplantı yapıp 'politika faiz oranını' belirliyor. Bu faiz oranı ile diğer merkez bankaları gibi TCMB de parasal aktarım mekanizmasının sağlıklı işlemesini sağlıyor. Sistem şöyle çalışıyor;
İlk olarak para politikası uygulamalarındaki değişikliklerin faiz oranları, varlık fiyatları, beklentiler ve döviz kuru gibi değişkenlere aktarımı belirleniyor.
Daha sonra bu dört değişken yurtiçi ve ithal mallara olan talebi etkiliyor ve sonuçta toplam talep ve yurtiçi fiyatlama davranışları belirleniyor ve en önemlisi yurtiçi fiyatlar ile ithalat fiyatları enflasyonu şekillendiriyor. Yani bu araçla temel amacı enflasyonu hedeflediği seviyelere getirmeye çalışıyor. Dolayısıyla politika faiz oranının seviyesi hayati önem taşıyor. Aksi takdirde tahvil, kredi ve mevduat gibi enstrümanların faiz oranlarını kendi politika faizine paralel hale getiremiyor, beklenti ve kurları etkileyemiyor.
Kısaca şunu söylemeye çalışıyorum.
Merkez Bankası'nın açıkladığı politika faiz oranı diğer faiz oranlarını yönlendiriyor ama bir yere kadar. Örneğin Merkez Bankası politika faiz oranını olması gereken seviyenin altına getirdiğinde diğer faizlerde oralar gerilemiyor.
Yeri gelmişken faiz kavramının piyasalar nezdindeki anlamına değinelim. Faiz aslında bir risk primidir. Örneğin tahvil ihraç eden bir kurumun ya da ülkenin mali risklerine göre tahvili alacak olanların üstlendikleri riskin bir karşılığı diğer bir deyişle ödülüdür. Eğer risk yüksekse yüksek getiri yani yüksek faiz talep eder karşı taraf. Aynen sigorta şirketinin kaza riski yüksek bir sürücüden daha yüksek kasko primi talep etmesi gibi.
GÜVEN ÇOK ÖNEMLİ
Tasarruf sahipleri içinde durum aynıdır. Enflasyonun üzerinde getiri elde edemeyecekse alım gücünü korumanın başka yollarını arar. Ya dövizden ya da altından medet umar.
Riskler de bazı temel makroekonomik göstergelerin mevcut seviyelerine göre şekilliği gibi aynı zamanda ileriye yönelik beklentilerle de belirlenir. İşte bu noktada güven faktörü devreye giriyor.
Merkez Bankası Kasım ayından bu yana rasyonel politikalarla güveni inşa etmeye gayret ediyordu ki ülkenin risk primi gerilesin hem firmalar hem de ülke daha düşük maliyetle finansmana erişebilsinler.
Bakın Türkiye ekonomisinin dikkate alınması gereken birkaç sorunu var. Birincisi 220 milyar dolar dış borcu çevirmesi gerekiyor. Daha önce alınmış sendikasyonlar yeni kredilerle döndürülecek. İkincisi enflasyonu görece yüksek... Üçüncüsü dolarizasyon tam olarak etkisini yitirmedi. Bir de bunlara tüm gelişmekte olan piyasaları etkileyen ABD 10 yıllık tahvil faizlerinin seyri gibi dışsal faktörü ekleyin. İşte bu yüzden faizlerin optimal seviyeleri hayati önem taşıyor. Zaten faizleri kalıcı düşürmenin yolu da yukarıda saydığımız sorunları dikkate alan rasyonel politika setinin uygulanmasından geçiyor.
Yeni yönetim de parasal duruşu koruyacak ve ortodoks politikaları fiyat ve finansal istikrar sağlanana dek uygulayacaktır.