Dikkat edin, genel seçim tarihi yaklaştıkça heyecan artmıyor. Eskiler, bu sürece "Seçim sath-ı maili" derlerdi. Bir özelliği vardı. İnsanlar yatar kalkar seçimi konuşur, kimin kazanacağının derdine düşerlerdi.
Ama bu heyecanı yaratan bir şey vardı o yıllarda:
Ön seçim yapılırdı.
Ön seçim demek, partiye bir dinamizm kazandırmak demekti.
Ön seçim öncesi partiye üye kaydedilir, üyeler düzenlenen bir seçimle delegeleri seçer, o delegeler de ön seçimde adayları belirlerdi.
***
Böylece parti, uzun bir süre dinamizm yaşardı. Partililer, partileriyle ilgilenir, partiler de onlara karşı bir başka sorumluluk taşırdı.
1960'lı ve 1970'li yıllara damgasını vuran bu model, ne yazık ki, sonraları terk edildi. Aday belirlenmesinde başka kıstaslar öne çıktı ve bugünkü duruma gelindi.
Bugünün modelini savunanlar çıkacaktır.
Çünkü, "Aslolan kalitedir" diyeceklerdir.
Onlar da haklı. Başta para olmak üzere pek çok etken, siyasette adaleti de alıp götürüyor.
***
Bu yüzden 'Seçim sath-ı mail'inin tadını doyasıya çıkaramıyoruz.
Seçim sonuçlarını radyoda dinlemenin tadı bile bir başkaydı. Durum, sabaha karşı netleşirdi.
Şimdi haberleşme sistemleri sayesinde ve tabii teknolojinin sunduğu olanaklar nedeniyle seçim sonuçları bir-iki saat içinde alınabiliyor.
Meydanların yerini televizyon ekranları aldı.
Seçim kurulları, her ilde, ilçede, kasabada duvarlara seçime katılacak partilerin afişleri asılsın diye beyaz boya ile dikdörtgenler çizerdi. Onların bile bir tadı olurdu.
Şimdi o duvarlara bakan mı var? Dijital teknolojisiyle dev ekranlar kuruluyor, sinevizyon yoluyla propaganda yapılıyor.
..
Ve bir de seçim sonuçlarını bire bir tahmin eden kuruluşlar ve onların yayınladığı anket sonuçları.
Dedik ya, eski seçimlerin tadı kalmadı...
bir görüş
bir görüş
Kitap için intihar!
"5 Mart tarihli gazetelerde 'Ağrı'nın Diyadin ilçesine bağlı Taşbasamak köyünde 12 yaşındaki Ebru Yalçın isimli öğrenci kitap çaldığı iddiası ile suçlandığından intihar etti' diye bir acı haber vardı. Ancak 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle bu çok önemli intiharı yazmayı erteledim ve bu gün yazmanın daha isabetli olduğunu düşündüm."
Hakkı Ülkü, eski bir milletvekili... Bu dönem kendini istirahate çekti.
Ve Ebru Yalçın'ın öyküsü üzerine şunları anlattı:
***
Tesadüf bu ya, Ebru'nun intiharını öğrenmeden önce (2 Mart akşamında) internette "Kitap hırsızı" isimli bir film izlemiştim. Film 2'nci Dünya Savaşı'ndan bir kesit sunuyor. Özetle, Almanya'da Nazilerin ortalığı kasıp kavurduğu, özellikle Yahudilerin her yerde arandığı veya kamplara gönderildiği ya da öldürüldüğü bir dönem. Artık yoksulluktan annesinin kızına bakamadığı anlaşıldığında, Alman bir aile kızı evlat edinir. Okuma yazması olmayan kıza üvey babası okuma yazma öğretir. Bu arada Hitler'in ordusundan kaçan bir Yahudi'yi de evlerine alan aynı aile onu da evlerinde saklar. Evlatlık alınan kız çocuğu ile Ordudan kaçan Yahudi genç bir süre sonra arkadaş olurlar. Kız onun okuduğu kitabı merak eder, okur. Zaten okuma aşkı öylesine benliğine yerleşmiştir ki kütüphanesinde ders çalışmaya gittiği evin rafında gördüğü ama alamadığı kitabı çalar ve kaçar. Sonrasını merak edenler olursa filmi izlemelerini tavsiye ederim.
Dönelim Ebru kızımıza... Babası gazetelere yaptığı açıklamada, "Kızım, öğretmenlerinin kaybolan kitaplardan kendini sorumlu tutması nedeniyle hayatına son verdi" diyor. Ailevi hiçbir sorunlarının olmadığını dile getiren baba, iki hikaye kitabının kaybolmasından sorumlu tuttukları kızına yoğun baskı yapıldığını, dışlandığını, 'sen çalmışsın' denilerek suçlandığını, onun için intihar ettiğini söyler.
Kitap okumayı seven bir kişi olarak, zaman zaman ülke sorunlarını tartışırken eğitime sıra gelince, "düşünen, eleştiren, yorumlayan, öneren, para çalan değil, kitap çalan bir toplum yetiştirebilirsek o zaman umutlarımız daha çok artar" diye söylerim.
Ebru'nun konusu sanırım savcılık soruşturması kapsamında araştırılıyor. Bir an için diyelim ki hikaye kitaplarını çalmış olsun, "Aferin kızım, demek okumayı çok seviyorsun. Bitirdikten sonra diğer arkadaşlarının da yararlanması için onları iade et ve ben yeni hikaye kitapları getiririm, sana hediye ederim" dense, ne güzel olurdu değil mi?