İlkokul 4. sınıf öğrencisi, dünyalar tatlısı bir erkek çocuğu... Yaşıtlarına göre hayli iri ama hiç öyle bıçkın tavırları yok, tersine bebeksi...
Sınıftaki birkaç zorba tarafından hırpalanıyor. Okul müdürüne "Öğretmenim bana vuruyorlar" diye şikayette bulunuyor. Müdür de anneye aynen şunu söylüyor: Çocuğunuz akran zorbalığına maruz kalıyor.
Drama kursuna falan yazdırın...
Gerçekten mi ya!
Nasıl bir tavsiye bu Allah aşkına!
Tamam, çocuk o drama kursuna gitsin; duygularını daha iyi tanısın, kendisini daha iyi ifade etsin. Ama zorbanın hiç mi suçu yok Allah aşkına!
Bu mu bulduğunuz çözüm!
Ortamda konu buradan açıldı ya, oğlu bu yıl ortaokula başlayan bir başka arkadaşım başladı anlatmaya:
Benim oğlan da çok dayak yedi ilk başlarda. Hep başı ağrıyordu bu yüzden.
Okul müdürüne defalarca gittik, Bir çözüm bulmasını istedik. Sonra bir gün bizimki okul bahçesinde "Yeter artık" diyerek bunlara dalıyor. O gün bugündür rahatız...
ÇIKIŞTA PARKA GEL!
Altıncı sınıf öğrencisinin annesi aldı sözü: Bizimki öyle herkesle samimi olmaz. Bir tane yakın arkadaşı var. Bir gün sınıfta ödevin hangi sayfalardan verildiğini soruyor. arkadaşı cevaplarken, arka sıralardan biri "Mal mısın?" deyiveriyor durduk yere. Başlıyorlar tartışmaya. Mevzu "Çıkışta parka gel" kıvamına geliyor birkaç dakikada.
Babası uzaktan izledi birkaç gün. Ben de annesini aradım. Allahtan aklı başında bir kadın çıktı. "Suç tamamen bizimkinde. Ne demek arkadaşa 'Mal mısın' diye seslenmek. Ben konuştum kendisiyle" dedi ve konu kapandı...
Bahçede itip düşürme, kafasına top denk getirme, çelme takma, çirkin lakaplarla seslenme gibi "nispeten küçük sayılabilecek" fiziksel ve duygusal şiddet olaylarını saymıyorum bile.
KALEM DEĞİL BIÇAK
Ben daha duyduklarımı hazmedemeden, en büyük darbe Deniz'den geldi. Yemekler yenmiş, çay keyfindeyiz masada.
Ali dayısına "Şunu takar mısın?" diye kalem gibi bir şey verdi. Ali, fosforlu kalemi bana uzatırken, "Abla bu çocuk çok değişik bir şey olmaya başladı" dedi. Hani şu, yassı gövdeli, plastik kalemlerden. Kapağını açınca, dehşete düştüm. Ucundaki mürekkepli süngerimsi kısmı çıkarıp, oraya kalemtıraşın bıçağını yerleştirtmiş dayısına.
"Bu ne!" diye sordum dehşet içinde. "Biri beni dövmeye kalkarsa bununla korkutacağım" dedi. Sen nereden öğrendin bu saçmalığı dedim.
Sınıftaki bir kızdan öğrenmiş! Hemen el koyup, yok attım tabii ki kalemi.
'HOCA NE ANLATIYON SEN!'
Ertesi sabah okul yolunda, sadece itmekle bile bir insanın ölebileceğini, ana damara denk gelebilecek küçücük bir kesinin ölümcül olabileceğini anlattım olabildiğince sakin biçimde.
İçim rahat mı? Asla. Akran zorbası çocuklara değil öfkem, korkum.
Biliyorum ki her biri ailelerinin eseri.
Bunlar sokakta yere tüküren, gürültü nedeniyle tartıştığı komşusunu vuran, cevizi yiyip kabuğunu alt kata atan, yeni yıkanmış çamaşırın üstüne halı silkeleyen tipler.
Öğretmenler de bir noktada çaresiz. Bu tiplere açıkça "Çocuğunuz öküzlükte sizden sadece bir boy geride" diyemeyip, kırmadan dökmeden anlatmaya çalıştıkça, "Hoca ne anlatıyon sen!" modunda dinliyorlar.
O dayak yediği için, drama kursuna gitmesi önerilen çocuğun annesi var ya, "Artık çocuğuma vurma demiyorum" diyor. "Sana vurana, sen de vuracaksın. Kan çıkacak" diye tembihliyorum diyor. "Aman ne yapıyorsun, olur mu öyle şey" diyeceğim, gözlerindeki öfkeden korkup susuyorum.
Öfkesinde de haklı. Çocuğu, kendisinin olmadığı bir ortamda şiddetten korunmayan bir anne o.
Şiddete şiddet çözüm değil elbette ama, birileri de bu çocukları korusa iyi olacak.