İstanbul'da yaşamak çalışmak demektir.
Delicesine bir enerji gerektiren bu şehirde emeklilerin şansının ne kadar zor olduğunu düşündüğüm ve ender boş olduğum günlerden biriydi.
AVM'leri dolaşmak farklı bir zevk. Son yılların yükselen trendi olan mega alışveriş merkezlerinin büyüsü galiba hepimizi sarmış durumda. Yazın serin, kışın sıcak diye kopamaz olduk nedense bu tuhaf çarşılardan.. Artık Türkiye'nin tüm şehirlerinde dev gibi yükselirken eski küçük samimiyet kokan bakkallarımızla duygusal bağlarımız nostalji moduna geçtikten sonra ayaklarımız çaresiz bu dev marketlerde dolaşır oldu.
Tabii, benim gibi yaşı geçmiş olanların gizli "ah"larına kendim bile kulak tıkamaya başladım..
Hayatın ne kadar kısa olduğunu aramızdan ayrılan dostlarımızın cenaze törenlerinde bir kez daha hissediyoruz. İşte bu yüzden geçmişin izlerinden çabuk sıyrılmaya çalışıyorum. Hayatı yaşamak için biraz daha acele etmemiz gerektiğini hayatın ikinci yarısında daha iyi anlıyorsunuz.
Perşembe günlerini severim. Haftanın tam ortası olmasından dolayı yüksek bir enerji verir bana bu gün..
Belki de burcumun uğurlu günü olmasından dolayıdır.
Her şeyin garip ve zaman kaybetmenin ne kadar yanlış bir duygu olduğunu, yıllar geçtikçe daha da derinden hissediyor, düşüncesine takılmış durumundayım.
Böyle bir günde yine ünlü bir AVM'de; bir parfümeri mağazasının önünden geçmek üzereyken; bana uzatılan bir şişe ve dünya tatlısı biri kızın "yaz kokusu" "denemek istermisiniz..?" sözüyle, zaman tünelinden yuvarlanmaya başlamıştım bile..
İçimde saklı kalan tüm yaz kokuları zihnimin gizli köşelerinden tek, tek çıkarak; el ele karşımda dans etmeye başladılar..
Çocukluğumun ilk yazları; papatya kokularıyla tanışmamdı. Annemin bahçemizden topladığı yaseminler, karpuz kabuğu denize düştü diyen büyükannemin bizi elimizden tutup götürdüğü; canım İzmirimin Çeşme ilçesindeki Ilıca, Şifne, Aya Yorgi'ye uzanan deniz sefalarımızın iyotlu havası...
Şafakla birlikte erken uyandığımız günlerde; biz çocuklar kumruların ötüşlerini, taklit ederdik aramızda "kuş dili" diye geliştirdiğimiz garip bir lisanla.
Yıllarca "İzmir kumrusu" ile karıştırdım, güzelim kuşları..
Bir hayvansever olarak o yıllarda başlamıştı "ben yemem kuşları pişiriyorlar" feryatlarım.. Ne zaman İzmir, Çeşme ziyaretlerimde bir kumrucunun önünden geçsem, kahkahalarla anımsarım bu duygumu.
Geçmiş sabahların kokusu bile farklıydı sanki.. Rüzgar koklamanın nasıl güzel bir duygu olduğunu kimselere anlatamadım.. Eski yaz kokularının nostaljik aromalarını hiçbir yerde bulamadım..
İlk yaz aşkları... Yılların silemediği bir çok aşkın başlangıç durakları gençliğimizin yaz sinemaları...
Filmin ikinci yarısında yanan ışıklarla birlikte, kaçamak gözler birbirini ararken, havaya yayılan çekirdek ve gazoz kokuları.. Güleryüzlü tonton amcaların ev yapımı dondurmalarını satarken bize uzattığı külahların kokusunun, burnumda kalan kırıntılarını, hala beynim bir yerlerde saklıyor...
Hele sıcak yaz sabahlarında ailenin büyüklerinin erkenden kalkıp, balkonlarda kahve kokularının karıştığı keyiflerine, uykulu gözlerle biz çocukların eşlik etmesiydi, yarı azarlanarak..
Şimdilerde her köşe başında; kahve adı altında kağıt bardaklarla bize alıştırılmaya çalışılan garip tadı olan içecekler bile yabancı..
Nerden çıktı bu nostalji derken; genç kızın bileğime sıktığı kokuda, bulunduğum zamanın çok ötesine ait bir kırıntı aradım. Ne yazık ki, sadece şehirler değil, geçmişe ait ne varsa değişmiş. Ne aşklar, ne yazlar, ne de ilişkiler, hepsi kaybolmuş gitmiş...
Belli ki bizde aynı değiliz. Başka mevsimin başka bir çocuğu olarak tenime iyice yerleşmeye hazırlanan son yaz kokusunu, hafızama yerleştirerek yürümeye başladım. Zamanımız kalırsa, gelecekte anımsarım belki diye...