Giriş Tarihi: 09 Temmuz 2016, 22:50
Kısa zamanda terör belasına çok acı çektik ve çekmeye devam ediyoruz. Bunun bir sonucu olarak bütün sevinçlerimiz eksik, bütün tatlar yarım, bütün mutluluklar ağır bir gölgenin altında...
Daha havaalanı saldırısını atlatamadan düşen helikopterde yitirdiğimiz askerlerin acısı, Ramazan bayramının üzerine çöktü. Acı duyan canlıdır, başkasının acısını duyan insandır, diyorlar.
Evet, doğru da söylüyorlar.
Elbette hassas olacağız. İnsan olmak acıyla tatlının, rahatlıkla dikkatin, zevkle edebin kesiştiği noktada ince bir çizgide yürümektir çünkü.
Ne bir yana yuvarlanmaktır, ne de beri yana... Doğal olarak sevinçlerimizde de ölçülü olacağız. Ancak bu demek değildir ki yaşamdan kopacak, içinde bulunduğumuz ana sırtımızı çevireceğiz.
Hak ettiğimiz bayrama kavuşma sevincimizi kim engelleyebilir ki? Ya da ne kadar engellemeli?
Vaktiyle (sosyal medya çıkmadan önce) 'Göze gelmek' diye bir şey vardı, nazara inanırdık. Görgüsüzlükten korkardık. Öyle tatilimizi, otomobilimizi, yatımızı, hatta yemeğimizi, bırakın bunları, hastanedeki ameliyatlı dedemizi sanal alemde paylaşmak diye bir şey düşünülemezdi.
Şu an bu ölçüyü de kaçırmış durumdayız. Tüm zevklerimizi olduğu kadar acılarımızı da şahsi reyting aracımız olarak kullanıyoruz.
Hal böyleyken ölçü de kaçıyor tabi.. Bu ölçüsüzlüğün karşısında, doğal olarak bir de 'sosyal medya polisleri' çıktı. Eğer memlekette bir sıkıntı varsa, sen de bir mutluluğunu paylaşmışsan hemen basıyorlar kalayı. Ee, dedim, ya, bir taraf ölçüsüz olunca diğer taraftan dengeleyecek kendini...
Babalar günü mü kutladın?
Hemen biri kınamayı basıyor:
'Babasını kaybetmiş nice insan var.
Onları incittiğinizi hiç düşünmüyor musunuz?' E şimdi bakarsanız bir yandan haklı...
Sevgililer günü mü kutladın?
Polisimiz devrede: 'Ticari oyunlar bunlar. Gaza gelmeyelim. Sevginin günü mü var? ' E haklı bir yerde...
Bayramı mı kutluyorsun?
'Şehitlerimiz varken bayram kutlamak senin hakkın mı? Otur oturduğun yerde!' İstiyor ki yas olsun. Haklı bir yanıyla. Ama nereye kadar?
Kaç gün yas olmalı?
Kaç gün gündelik hayattan kopmalıyız? Ve bunun süresini kimin acı seviyesi belirleyecek?
Ben herkeste haklılık payı görüyorum. Herkesin yaşamı başka çünkü. Herkesin öncelikleri, acıyı algılayışı, yaşama bağlılığı farklı. Kimin kaç okka haklı olduğunu kim belirleyecek? Yalnızca şunu önerebilirim:
Ne acımızda, ne sevincimizde belli bir ölçüyü aşmazsak, bundan kimse rahatsızlık duymayacaktır.
Duysa bile dile getirmeye çekinecektir.
Aksi halde, kendi hayatlarında kontrol sahibi olmayanlar, sizin üzerinizde kontrol kurmaya çalışacaktır.
Oysa ölüme, özellikle de zamansız ölüme karşı alınabilecek tek çare tedbirli olmak ise, bu zamansız ölümlerden alınabilecek tek intikam da hayata daha da tutunmak olacaktır.
Hani facebook'ta milleti trollemek için çıkarılan 'dikkat resmileşti!' yazıları var ya, bir tanesi de benden:
'Dikkat resmileşti! Biz artık sevinmeye, mutlu olmaya utanan bir toplum olduk.'
Haklısın aşkım
Adam öfkeli İşyerinde birine sinirlenmiş. Karısı diyor ki;
- Haklısın aşkım.
Adam bir an doğru mu duydum diye şüpheyle dönüp karısına bakıyor, kadın gülümsüyor.
Doğru olmalı. Bir an mutlu oluyor. O gazla bir şeyler daha söylüyor. Kadın yine atılıyor.
- Valla doğru söylüyorsun canım.
Adamın gözleri hayretle açılıyor.
Bu kez daha büyük sempatiyle bakıyor karısına.
Rahatlıyor. Derdi anlaşılmış hissediyor. Biraz daha konuşuyor.
Kadın yine onaylıyor.
- Öyle diyorsan öyledir aşkım.
Adam bu kez şaşkın. Durup düşünmeye başlıyor. 'Ulan bu kadın daha önce hep bana muhalefet eder, ak dediğime kara derdi. Hangi dağda kurt öldü de üst üste beni haklı buluyor? Bir menfaati mi var bugün benden? Yumuşatmaya mı çalışıyor? Yoksa dalga mı geçiyor? İroni mi yapıyor?
Hem.. .neticede... bu kadar da haklı olamam, değil mi?' Gördünüz mü? Ne ilginç bir teknik. Kendini sürekli haklı zanneden adam, kadının küçük bir taktik değişikliğiyle ezberi bozulunca karısının tarafına geçip oradan bakmaya başladı. Nerdeyse kendisini haksız bulacak! İnsanoğlu böyledir. Direndiğiniz düşünceler güç kazanır. Kabul ettikleriniz ise güçten düşer. Arada böyle küçük değişiklikler, ezber bozan tavırlar iyidir. Hem ters empati yapar, hem de ilişkinizi güçlendirir. Nerden mi biliyorum? Başıma mı gelmiş?
E sen de haklısın okurum
Saf kadın
Vaktiyle yurdum insanı hem saf hem cahildi.
Buraya kadar sorun yok. Cahil insan eğitilebilir.
Okumuş cahil ise bundan beterdir. Sen okumuşsan ve cahili cahil diye küçümsüyorsan iş değişir. Taptuk Emre'nin sözüyle: 'Kusur sahibinin değil, kusuru görenindir.' Çünkü kusuru gören sahiplenmiş sayılır. Görüyorsan el atacaksın. Yükümlüsün. Sen bilgili ben cahilsem sen utan!
Bana öğretmelisin. Yok hem cahil, hem kurnaz hem de yozsam, ben utanayım.
Bugün hala cahiliz ama hiç de saf değiliz laf aramızda.
Bilgimiz yok ama her konuda maşallah fikrimiz var. Bir şeyi de bilmiyorum desek ya? Cık.
Diyemeyiz. Ya herşeyi bildiğimizi sanıyor, ya da bilmediğimizi de biliyormuş gibi yapıyoruz.
En iyi bildiğimiz şey de çıkarımızın nerede olduğu...
Saflığını yitirmiş birine tekrar saflık kazandırmak ne yazık ki mümkün değil. Cahil ya da okumuş, saf kalabilmiş tüm okurlarımın bayramını kutlarım. Allah nice bayramlara kavuşmayı nasip etsin.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın.