30 Mayıs'ta BKM'nin 'Aydınlıkevler' isimli oyununa gittim.
Yılmaz Erdoğan'ın mahir kaleminden çıkan oyun, onun en iyi işlerinden olmasa da yine de günümüz global siyasetine de göz kırpan zekice cümleler söylemesi bakımından hoştu. 1970'ler ortamında Bir Ankara panoraması çizen oyunda, Amerikalıların oynadığı golf yüzünden camları kırılan ve yoksullukla savaşan bir mahallenin Amerikalılara karşı giriştiği simgesel savaşı konu edinen bir kara komediydi. Başrol kadın karakterin 'Biz Amerika'ya falan karşı değiliz. Biz kimseye karşı değiliz ama bu Amerikalılar da oyunlarını düzgün oynasınlar, bizim camlarımızı kırmasınlar' repliği, Türkiye'nin yıllardır ABD ile yürüttüğü ince diplomasiyi ve insanımızın siyasete ve 'dış mihraklara' bakışını güzel anlatmıştı. Kaldı ki oyunun en çok alkış alan yerlerinden biri oldu.
AMATÖR AKSAKLIKLAR
Başrollerini Demet Akbağ ve Salih Bademci gibi biri yeni biri eski iki usta oyuncunun paylaştığı oyun, ağırlıklı olarak oyunculuk başarısı ile göz doldurdu. Yalnız yine baştaki konuya değineceğim, denize geçip derede boğulma kuralımız burada da bozulmadı.
Şiddetli rüzgardan kaynaklanan bazı sıkıntıları müthiş ustalığı ile zafere ve kahkahaya çeviren Akbağ ve ekibi, sese yenildi. Daha ilk dakikalarda Burak Dakak ve Demet Akbağ'ın mikrofonları cızırdamaya başladı. Bir ara Akbağ'ın sesi uzun bir süre zor duyuldu. Kulüp dizisi ile sesinden de söz ettiren Salih Bademci'nin söylediği şarkı ne kadar boğuk duyuluyorsa, oyunun dış anonsları da o kadar patladı. 'Oyumuz başlamak üzeredir' anonsu öyle tabanca gibi patladı ki hayatımda ilk kez seyirciden bu kadar uzun bir 'oooo' sesi duydum. Herkes yerinde sıçradı.
Oyunun rejisi yenilikçi bir şekilde yapılmıştı. Dekora yedirilen resim ve ışık oyunlarına bayıldım. Ancak burada da finalde selamlaya çıkan sanatçıyı aydınlatacak bir takip ışığı verilemedi.
Yani çok iyi olabilecek bir iş, bazı amatör aksaklıklara kurban gitti.
NASILSA GÖRÜNMÜYORUM
Ülkemizde dünya standardında oyuncular var. Ancak maalesef her alanda bu kadar şanslı değiliz. Egoya dayalı işlerde -dediğim gibi- dünya çapında starlar çıkarabiliyorken, kendisi görünmeyen ve dahi pek de anılmayan iş kollarında insanımız daha adamsendeci davranabiliyor. Aynı gösterinin görünmez yüzü olan teknik personel yüzünden, sahnedekiler zor durumda kalabiliyor. Ve inanın bu çok da sık oluyor. Maalesef defalarca prova yapıldığı halde sahneye çıkan insanın sesi çok geç açılır. Ben yirmi beş yıllık sahne deneyimimde ilk iki cümlemin duyulmadığına çok şahidim. Sesçiyi ışıkçıyı İngiltere'ye özel kursa gönderirsiniz.
Bilgiyi alır ama disiplini almadan 'turistik geziden' döndüğü için değişen bir şey olmaz. Dünya çapında bir yerli film yapar, hatta ses miksajını -hesapta- İngiltere'de yaparsınız, ama kafalar değişmediği için yine aynı şey olur.
Replikler fon müziğinin altında kalır, ses boğulur. Sahneye özel ışık yapılır. Tras sisteminde düzinelerce robot vardır ama ışıkçı bir takip ışığını halledemez.
Sanatçı ya da oyuncu sürekli aynı noktada performans vermediği sürece çenesinin altında gölgeden uzayan sakallar görünür. Belki Aydınlıkevler, bu derece teknik kusura sahip bir iş değildi hakkını yemeyelim ama bunlar dahi benim mesleki tecrübe ile yakındığım şeyleri bana hatırlattı.
Yani vesile oldu. Ne zamanki görünen görünmeyen herkes işini bir Japon disipliniyle yapacak, o zaman Türkiye'yi hiçbir alanda geçebilecek bir ülke olmadığına inanıyorum. Ama ah, ah disiplinimin de yeteneğimiz kadar geliştiğini bir görsek...