Varlık ve frekans
Aslında tüm maddeler atomlardan oluşur. Yani yapı taşı aynıdır. Buna rağmen bazı maddeleri sıvı, bazılarını katı, bazılarını ise gaz halinde algılarız. Katı maddelerin bile kendi içinde farklı sertlik dereceleri vardır. Maddenin yapı taşı hep aynı olduğuna göre bu farkı ne yaratır?
Yapmış olduğu söyleşilerden birinde, mimar-yazar- filozof dostum Murat İrfan Ağacabay, yanılmıyorsam, frekans ve maddenin yoğunluğunu anlatmak için şöyle bir örnek vermişti.
ÖZ YOGUNSA SEKIL AZDIR
İşaret parmağınızı yukarıdan aşağı doğru hareket ettirin. Parmağınızın bu hareketini, yukarıdan zemine düşen bir pinpon topunun hareketi farz edin.
Topun yavaş düştüğünü hayal ederek parmağınızı hareket ettirin. Bu hareketin boşlukta bir çizgi çizdiğini düşünün.
Ne oldu? Uzun bir çizgi elde ettiniz, değil mi? Şimdi topun hızlanarak sürekli yerden sektiğini farz edin. Bu kez gitgide kısalan biz çizgi elde ettiniz, değil mi? Hatta yeteri kadar hızlanırsa artık bu çizgi bir noktaya dönüşür. O kadar hızlanmıştır ki parmağınız sanki yerinde duruyordur. Bir şey ne kadar hızlı hareket ediyorsa o kadar somut ve durağan görünür. Yani yüksek frekans, o şeyi katı algılamamıza yol açar. Ne kadar yavaş hareket ediyorsa o kadar uçucu bir varlığı vardır. Madde alemi hızlı hareketlerle görünür olur yani.
Bunu bir yasa olarak kabul edersek başka sonuçlara da ulaşmak mümkün.
Özün yoğun olduğu yerlerde şekil azdır.
Mana olarak yükselen şey gitgide görünmez olurken madde olarak artan şey gitgide daha somut ve katı hale gelir, yani taşlaşır. Nefs, insanı maddeye yaklaştırır.
Yani taşlaştırır. Yüksek bir varlık duyurma uğraşı bu noktada mevcuttur.
Bütün görülmek istemeler, adı üzerinde görgüsüzlükler, pek çok konuda şekilci davranışlar nefsin yoğun, mananın az olduğu insanda seyir halindedir.
BÜTÜNÜN HAYRINA ÇALISIR
Manaya yönelen insan hafifler.
O gitgide görünmez olur. Sessiz ve anlayışlıdır. Bütünden ayrı ve farklı bir varlığı olduğunu düşünmediği için böyledir. Varlığını kanıtlama ve gösterme çabasında değildir çünkü bu son derece gereksizdir. Yaptığı iyiliği göstermediği gibi başkasının kusurunu da gizler. Bütünün bir parçası olarak kendi nefsinin değil, bütünün hayrına çalışır. O derece buna odaklanır ki sonunda kendisi görünmez olur. Bütünün ve mutlağın varlığına karışıp orada erir. Erenlerin öykülerinde bu yüzden mucizeler vardır. Kendini mutlaktan ayırmayan, sadece bir nefis ve bedenden ibaret sanma zannına düşmeyen bir varlık, artık varlık alanından çok yokluğun, yani gaybın sınırlarında dolaşır.
Kendini fizik beden kabul etmeyen biri, bir süre sonra fizik kurallarının da ötesine ancak bu sayede geçer.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.