Barbi, Mattel Şirketi'nin kurucusu olan Elliot Handler'in eşi Ruth Handler tarafından 1959 yılında yaratıldı.
Ruth Handler, kızı Barbara'yı kağıt bebekleriyle oynarken seyrettiğinde onun bebeklere yetişkin rolü vermekten keyif aldığını fark etmişti. Aslında O sırada çoğu çocuk oyuncağı bebekler çocuk figürlüydü. Ve pazarda bir boşluk vardı.
İsviçre seyehati sırasında bir oyuncakçı dükkanının vitrininde Alman bebeği Lilli'yi gördü. Lilli çalışan, ne istediğini bilen ve bunu elde etmek için erkeklerin üstüne yük olmayan bir kızdı. Lilli bebek ilk olarak Almanya'da büyüklere satılmıştı, daha sonra ona ayrıca satılan kıyafetlerini giydirmeyi seven çocuklar arasında popüler oldu. Mattel Bild Lilli bebeğin haklarını 1964'de satın aldı ve Lilli'nin üretimi durduruldu.
İlk Barbie bebek 1959 yılının Mart ayında hem sarışın hem de esmer haliyle tanıtıldı. 1959 yılında, ABD'ye dönüşünde Handler bebeğin tasarımı üzerinde yeniden çalıştı ve Handler'ın kızı Barbara'dan esinlenilerek bebeğin adı Barbie olarak değiştirildi.
ANNELİK SİMÜLASYONU
İlk Barbie bebeğin üzerinde siyah beyaz zebra çizgili mayo ve imza gibi topuz şeklinde at kuyruğu vardı, sarışın ve kumral seçekleri mevcuttu. Ve bu bebek tutucu Amerika'yı şok ederken Barbie, Amerikan yaşam tarzını tüm moda ve sosyolojik akımlarını yansıtmıştır. Böyle baktığımızda, kız çocuklarının bir çeşit 'annelik simülasyonu' yaptığı klasik bebeklerden sonra gelen ve piyasayı alt üst edip kuralları baştan yazan barbi bebek, rol model olarak annelik öğretilen kız çocuğunun birey olarak kadın oluşunun öyküsünün de temsilidir aynı zamanda...
Warner Bros'un en çok gişe yapan filmi Barbie, bunu simgeleyen bir sahneyle başlıyor. Mükemmel bir castinge sahip film, bir çocuk filmi gibi başlayıp ortalarında bir felsefi filme dönüşüyor. Ancak bundan sonra da hızla çizgisini yitirip şirazeden çıkıyor.
PARALEL BİR EVRENDE
Bir tür paralel evrende cinsiyetsiz olarak yaşayan Barbiler ve Kenlerin olduğu bir distopyada açıyoruz gözümüzü. Aslında kadınların çok yüksek standartlı vücut ölçüleriyle sınırlandığı Barbie evrenine çok da uyan bir dünya değil bu. Çünkü şişman barbiler de var... Ken isimli erkek karakterler, Barbielere yancı olarak üretildiklerinden ikinci sınıf vatandaşlar ve ülkenin kontrolü dişilerin elinde. Bu çocuksu evrende cinsiyetsiz olan Barbi ve Ken, geceyi aynı evde geçirmek istiyorlar ama baş başa kalacaklarında ne yapabilecekleri konusunda bir fikirleri yok. İçinde cinsellik barındırmayan, çocuksu, steril bir aşk bu...
SEÇENEKLER SORGULANIYOR
Buradaki -sözde-mükemmel evrende, Margot Robbie'nin canlandırdığı Barbie, bir gün tuhaflaşıyor. Tuhaflıktan kastımız şunlar: Artık merdivenleri uçarak inemiyor, ayakları topuklu ayakkabı şeklinde değil normal insan ayağı gibi düzleşiyor ve selülitleri çıkıyor. Ayakları düzleşen Barbi, 'Ayaklarım bu durumda iken topuklu giymemeliydim' diyerek topuklu ayakkabıların insan anatomisine ne kadar ters olduğunun da altını çiziyor. Film tam da bu noktada klasik sermaye toplumu ve dayatılmış kadın rollerine isyan bayrağını açmış oluyor. Hastalandığını düşünen karakterimiz, tuhaf Barbi adlı bir tür bilgenin evine gidip durumunu danışıyor. Filmin bundan sonraki kısmı, Barbi evreninde bir tür Matrix'e dönüşüyor.
Tuhaf Barbi, Matrix evrenindeki Neo'nun karşılığı... Görevi Barbimizi uyandırmak.
Şöyle diyor:
- Bu dünyadaki her barbiye karşılık diğer dünyada onunla oynayan bir kız çocuğu vardır. O kızın ruhsal durumu seni de etkiler.
İki dünya arasında bir delik açılmak üzere. O dünyaya geçip sahibini bulup onu iyileştirmelisin... Böylece, Margot Robbie (Neo da diyebiliriz) bu görevi kabul ediyor. Hatırlarsanız Matrix'te Morpheus, Neo'ya uyanışı için bir seçenek sunmuştu. Mavi hapı içip eski mükemmel dünyasında kalabilir ya da kırmızı hapı seçerek korkutucu olan gerçek dünyaya adım atabilirdi.
Burada da kahramanımıza yolculuğu için iki ayakkabı seçeneği sunuluyor: Bir çift stiletto ya da bir çift Birkenstock terlik. Tabii barbi stilettoyu isteyince bilge onu seçemeyeceğini söylüyor. Barbi, 'hani ben seçiyordum?' diye sorunca bilge kadın, aslında seçilecek tek bir şey olduğunu ama 'kendisinin seçtiğini düşünmesini istediğini' söyler. Hikaye burada yine derinleşerek 'Özgür irade bir yanılsamadır' felsefesine göz kırpıyor. Bundan sonra Barbi ve Ken, bizim dünyamıza geliyorlar ve macera başlıyor. Burada devreye yeni bir grup giriyor. Barbi oyuncaklarının üreticisi Mattel şirketi yönetimi (ki ataerkil zihniyeti temsil ediyorlar) bizim dünyamızın düzenini korumak için kahramanımızı tutsak etmek istiyor. Bu siyah takım elbiseli yöneticileri de Matrix'teki ajanlar olarak okuyabiliriz.
Barbi diyarında, bizim dünyamızdaki kadınları sınırlı anne rollerinden kurtarmakla övünen Barbi, bizim dünyamıza geldiğinde işin pek de düşündükleri gibi olmadığını da üzüntüyle keşfediyor. Hatta günümüz kızı, kendisini faşist olmakla bile suçluyor.
Bu arada bizim dünyanın maskülen yönetiminden etkilenip 'güçlerinin ' farkına varan Ken, Barbi diyarına geri dönüp bir tür darbe ile burayı erkek egemen yapıyor.
Filmin bundan sonraki kısmı son derece sulu zırtlak. Kah müzikal, kah feminist söylevler veriliyor.
YİNE KAPİTALİZM CİLASI
Oyuncak bebek kavramını tamamıyla değiştirirken toplumda kadına bakışın da değişiminin sinyallerini veren Barbi oyuncağı, dışarıdan bir bakışla asi, hatta feminist bir söyleme sahip gibi görünebilir.
Oysa yakından bakıldığında, madalyonun öteki yüzünde bambaşka şeyler var. Eski kadın rolü belki sadece annelik üzerineydi ama dışarıdaki sorumluluklar da erkeğe kalıyordu. Barbi'den sonraki dünyada kadın ideal ölçüleriyle yine mükemmel eş rolünü oynamak zorundaydı ama bunu yaparken geçimini de kendi temin etmeliydi. Sonuçta kapitalizm, yine bir yolunu bularak kadını metalaştırıyordu.
Bu bağlamda bakıldığında film öncelikle Barbi evrenine ve kapitalizme yönelik bir eleştiri gibi başlasa da ataerkil sisteme bir saldırı şeklinde bitiyor. Bu dünyada yine ezenler ve ezilenler var. Gerçek bir adalet başka bahara kalıyor. Kadınlar yine yargı ve yasamayı elde ediyor. Çocuksu, moron ve feminen olarak çizilen erkek nüfus, yine ikincil rollere mahkum ediliyor. Son dönem Amerikan sinemasının sorunu da bu işte. İnsanlığın iki ana unsurundan birini aşağılayıp güçsüzleştirerek diğer unsurunu güçlendirmek son derece beyhude bir uğraş.
Sonuçta Barbi, harika bir fikir olarak başlayıp pahalı bir palyaço gösterisi olarak biten, yazık olmuş bir yapım. Ticari başarısına şapka çıkaracağız tabiiki. Kapitalizm, yine kendini eleştiriyor gibi yaparak kendi tahtınnı cilalamış.